Mine
Öldüğünde geride çeşitli eserler bırakan Necati Cumalı, şüphesiz sinemaya da zengin bir kaynak sağladı.
Tütün Zamanı, Susuz Yaz, Boş Beşik, Dilâ Hanım, Mine, Dul Bir Kadın ve Uzun Bir Gece Necati Cumalı’nın sinemaya uyarlanan eserlerinden birkaçı.
Kadının toplumsal yaşamdaki yerini irdeleyen yönetmen Atıf Yılmaz’ın, 1980 sonrasında çekmeye başladığı kadın odaklı filmlere de kaynaklık eden Cumalı’nın eserleri o dönemin Türkiye’si için oldukça farklıdır.
Kadın figürlerin çok yönlü işlenişi, bilinenin dışına taşır sinemayı.
Necati Cumalı’nın nefis eseri Mine’nin ortaya çıkışı da böyledir.
Mine, Necati Cumalı’nın kaleminden doğmuş ve Atıf Yılmaz’ın dokunuşuyla yeniden can bularak beyaz perdeye yansımıştır.
Türkan Şoray ve Cihan Ünal’ın birlikte oynadıkları Mine, Cumalı’nın 1959’da yazdığı tiyatro oyunundan uyarlanmış ve seyirci Şoray kanunlarının da ilk defa bu filmle yıkıldığına şahitlik etmiştir.
Bir süredir Mine’yi yeniden izlemek istiyordum ve bulduğum ilk fırsatı değerlendirdim.
Batı Anadolu’nun küçük bir istasyon kasabasında geçen film, Mine’nin mutsuz bir evlilik ve sıkışmış bir alanda yaşamaya çalışmasını anlatır.
Annesinin küçük yaşta istasyon şefi bir adamla evlendirdiği Mine evliliğini zorla sürdürür.
Güzelliği ile kasabadaki bütün erkeklerin radarındadır.
Kocasının silik bir adam olması çevredeki erkeklerin Mine’nin etrafında dolaşmasına ve ona rahatsızlık vermesine neden olur.
Cinsel arzuların hedefinde olan Mine tek başına dışarı çıkamaz, varlığını rahatlıkla ortaya koyamaz.
Bir sokakta yürümek kalbinin hızlı hızlı çarpmasına neden olur.
Evine gidene kadar sözlü tacize maruz kalır.
Kasaba öğretmeni Perihan dışında kimseye kendini açamaz.
Perihan’ın yazar olan abisi kasabaya gelince işler değişir.
İlhan kasabadaki erkeklerden ve onların ahlak anlayışından oldukça farklı bir yapıya sahiptir.
Yazdığı kitaplar, sohbeti ve sevgiden beslenen yanı Mine’yi kendine çeker.
İç sıkıştıran, göğüs daraltan sahneler de burada başlar.
Mine’nin evini gözetleyen, penceresinin altında bekleşen kasabanın erkekleri, dışarıdan gelen bir erkekle yakınlaşan Mine’yi ahlaksız olmakla suçlar.
Oysa ortada olan tek şey; iki bardak çay, paylaşılan kitaplar ve anlaşılmanın getirdiği huzurdur.
İki yüzlü ahlak anlayışıyla hareket eden kasabalı, Mine’nin namusunun kasaba dışından gelen bir adam tarafından ele geçirileceği fikriyle hırsa kapılır.
Yalnızca cinsel bir nesne olarak görülen Mine arkadaş toplantılarında paylaşılır, üçe bölünür ve sömürülmeye çalışılır.
Kimse evli bir kadını rahatsız etmekten imtina duymaz.
Ancak yabancı bir adamın kasabaya gelmesiyle duyulan rahatsızlık hissi işleri farklı noktalara taşır.
Yalnız olan bir kadının toplumsal baskı altında çektiği acıya ve sıkışmışlığa şahit olur seyirci.
“Sevgiyle bakmaktan korktukları için düşmanca yaklaşıyorlar. Kendi işlerine gelen bir namus anlayışı adına namussuzluk ediyorlar. İyi, güzel, doğru ne varsa kirletmek, yok etmek istiyorlar; Boş, amaçsız bir tatmin işte.” sözleri ise filme dair bir özet niteliğinde.
Mine film boyunca dört bir koldan çekiştirilirken artık kaderini kimselerin eline bırakmamaya kararlıdır.
Çatlaklarından sızan ışığa yer açar; üstüne çullanan hayaletleri kovalar ve seçilen değil seçen bir kadın olarak toplumun iki yüzlü ahlaksızlığı arasından başı dik şekilde geçip gider. Bunu yaparken yanında yine bir erkek figür vardır.
Mine bir filmden çok daha fazlasıdır elbette.
Fark edilmeden kenarlardan ve köşelerden güvenli alanına gitmeye çalışan bir kadının hikayesinden toplumsal aymazlığa, ahlak anlayışına, riyakarlığa uzanan çetrefilli bir yoldur.
Kamusal alanın sahibi olan erkeği ve otoritenin mesajlarını izleriz.
Filmin sonunda karakterin iradesini kullanarak düşüncelerini eyleme döktüğünü görürüz.
Yaşadığı evin penceresi sonunda kapanmıştır çünkü Mine oradan çıkmayı başarmıştır…