Hız çağı: Demlenemeyenler
Paul Virilio, “Hız felaketin ritmidir” der.
Ve yine Alman sosyolog ve filozof Hartmut Rosa, modern insanın hızlandıkça kontrolünü kaybettiğini söylemektedir.
Her şeyin giderek daha da hızlandığı çağımızda yüzeyde kalabilmek zorlaştı.
Performans ve aktiflik toplumuna dönüştüğümüz gerçeğiyle yüz yüzeyiz.
Yavaşlayamama, hiperaktivite ve derinleşememe sorunlarıyla boğuşuyoruz.
Öyle ki bunun için birçok insan destek alıyor, eğitimlere katılıyor.
Kendiyle kalamayan insan önce zihninde daldan dala atlıyor, sonra da fiziken devam eden yorucu bir hareketliliğin içine düşüyor.
İletişim hızlandı.
İlişkilerin acelesi var.
Kitaplar üstün körü okunup kenara atılıyor.
Bir film biter bitmez, yenisinin arayışına giriliyor.
Yemekler aceleyle yeniyor,
Demlenmek ise hep sonraya bırakılıyor.
Nedir bu demlenmek peki?
Hız çağı her şeyi hızlandırdı ancak sindirime çare olamadı.
Öyle ki bünyemize kattığımız, tıka basa aralıksız doldurduğumuz her şey bir sindirim sorunu ortaya çıkardı.
Zihni bir alışveriş sepeti gibi düşünecek olursak, raftan gelişi güzel aldığımız ve düşünmeden içine attığımız şeyler bir yerden sonra ağırlık yapmaya başlayacak.
Neyi, neden aldığımız üstüne kafa yormadan yani akıl süzgecinden geçirmeden doldurduğumuz o sepet, bir yerden sonra sadece yükümüzü artıracak.
Hızlıca okunan bir kitap kenara koyuluyor.
Bu kitap ne anlattı?
Ben ne anladım?
Yazar ne demek istedi? gibi soruların cevabını vermeden eller raftan yeni bir esere uzanıyor.
Niceliksel olarak bir artış söz konusuyken, nitele dair aynı şeyi söylemek pek mümkün olmuyor.
Kısacık zaman dilimlerinde koca bir kenti gezmek,
Tüm caddelerinden geçmemiş fakat geçtiğini sanma gafletine düşmek gibi.
İzlediklerimiz, okuduklarımız, konuştuklarımız üzerine tefekkür etme fırsatı vermeden, oyunun bir sonraki bölümüne aceleyle geçmeye çalışıyoruz.
Bu kadar acele ne işleri yetiştirmeye yarıyor ne de yaşamaya zaman bırakıyor.
Aksine, her gün kontrolünü kaybeden insan sayısı artıyor.
Daha yavaş yemek ve yemeğin tadını alabilmeyi öğrenmek için kamplara katılan insanlar var.
Çocukluğumuzdan beri her gün yaptığımız yeme işlemi gerçekten zor mu?
Evet, zor.
Ancak zor olan yeme ve diğer eylemler değil.
Hızın içinde giderek kayboluyor oluşumuz.
Yavaşlamayı yeniden tanımlayıp öğrenmeye ve adım adım uygulamaya,
Tüm bu yavaşlığın içinde demlenip anlamaya; çayın yapraklarının tadını suya yavaş yavaş vermesi gibi bizim de derinleşmeye ihtiyacımız var.
Sindirme denilen bu süreci atlıyoruz, önemsemiyoruz.
Peş peşe çevirdiğimiz her sayfada “sıradaki” demeyi bırakıp sayfa kenarını katlama zamanı gelmiştir belki de.
Filozof ve kültür eleştirmeni Byung- Chul Han’ın da dediği gibi, “İnsan yalnızca bir şey yapabilme imkânına sahip olsaydı ve bir şey yapmama imkânı olmasaydı sonu ölümcül bir hiperaktiviteye varırdı.”
Yavaşladığınız, derinleştiğiniz bir hafta sonu dilerim…