Çekmecede kalanlar

Esra Aydın

Esra Aydın

Tüm Yazıları

Geçen gün, uzun süredir açmadığım bir kutuya uzandım.

İçinden eski notlar, antik kent giriş biletleri, kopmuş bir kolye, kuru bir çiçek ve bazı fotoğraflar çıktı.

Hepsi bana bir dönemi, bir hissi, bir insanı hatırlattı.

Gülümsedim.

Ve sonra durdum.

“Neden bunları hâlâ saklıyorum?” diye sordum kendime.

İnsanlar gitmiş, defterler kapanmış, yaşananlar yaşanmıştı.

Artık bazı insanlarla sadece fotoğraflarda yan yana gelmemiz mümkünken öylece duruyorlardı ‘hatıra’ kisvesi altında.

Böyle yazdığımda göründüğünden daha kolay duruyor.

Biliyorum ki bazen geçmiş sadece hatıralarda kalmıyor; alışkanlıkta, çekmecedeki buruşmuş hediye paketinde ve hatta bakışlarımızda yaşamaya devam ediyor.

Bu durum biz fark etmeden, yeninin yerini işgal ediyor sinsice.

Oysa hiçbir şey sonsuza kadar bizimle gelmek zorunda değil.

İnsan yaşadığı her deneyimde bunu öğreniyor, öğrenmeye devam ediyor.

En geç öğrendiğimiz şeylerden biri bu olmalı ki bazı şeylerin gitmek zorunda olduğunu kabul etmemiz zaman alıyor.

Kimi insanlar, kimi alışkanlıklar ve kimi beklentiler kara delikte yok olmak üzere çekiliyor yaşamlarımızdan.

Benim için ‘yenilenme’, artık tutmayı bıraktığımda başlayan bir şey.

Ne zaman ki “ben bu değilim” ya da “bunun içinde sıkışıyorum” demeye başlıyorum, o zaman anlıyorum: Değişme zamanı gelmiş.

Kabul etmek gerekiyor ki her bırakış kolay değil.

Yıllar önce kurulmuş bir dostluğu ya da kendimize söylediğimiz eski bir yalanı bırakmamız gerekiyor.

Veyahut sadece “ben buyum” diye tutunduğumuz bir kimliği...

Başta zor gelen her bırakış, zamanla daha kolay bir vedaya dönüşüyor.

Her şeyin ilki tecrübesizliklerle bezeli.

Hadi, düşünün ilk ne zaman kalbiniz kırıldı?

Hangi dostunuz tarafından yaralandınız ve ne hissettiniz?

Ayrıldığınız ilk iş ya da duyduğunuz ilk yalan…

İnsan atlatamayacağını, yeniden güvenemeyeceğini, sevemeyeceğini ve baştan başlayamayacağını zannediyor.

Hepsi zan’dan ibaret…

Ama öğrendim ki: Tutundukça küçülüyor, bıraktıkça büyüyoruz.

Hayat bana şunu söylüyor: Gidene saygı göster.

Her ne yaşandıysa yaşandı; güzel ya da zor, sana bir şey kattı veya senden bir şeyler aldı.

Artık gitmesi gerekiyorsa, onun da kendi yoluna yürümesine izin vermelisin.

Aynı bir misafiri uğurlamak gibi.

Mesele de tam burada başlıyor!

Kapıyı kapattıktan sonra, içeriyi havalandırıp temiz bir nefes almakta.

Geride kalan her şeyi toparlayıp bir valize ya da sandığa değil; geçmişe, yaşandığı yere bırakmakla!

Evet, her şey yaşandığı zamana ait.

Ve yenilenmek!

Küçük bir evet, sessiz bir hayır da olabiliyor bazen.

“Yapamam” dediklerini yapmakla, rutinlerine ara vermekle ve belki farklı bir yoldan yürümeyi seçmekle.

Şüphesiz bunların hepsi kendine dürüst olmakla açığa çıkıyor.

Ne geçmişten kaçarak ne de yeni bir kimlik inşa ederek mutlu olmamız olası.

Halının altına süpürdüklerimiz, kilitlediğimiz çekmeceler, susturulan düşünceler…

İçimizde dile gelmeyi bekleyen kelimeler, açılmamış zarflar ve inkarlar varken yeniyi buyur etmemiz daha zor.

Belki bu yazıyı okurken senin de bir çekmecen vardır açılmayı bekleyen,

Belki içindeki fazlalıklar ve düşüncende yer kaplayan tozlar…

Bil ki, sen bıraktığında, kendine dürüstçe yanıt verdiğinde hayat da geri kalanıyla sana nasıl devam edeceğini fısıldayacak.

Çünkü her son, bitişten çok bir dönemin kapanması ve yeniye “sıra sende” demek aslında.

Ben de yeni haftaya başlamadan önce açık kalan defterleri kapatıyor, çekmeceleri boşaltıp içeriyi havalandırıyorum.

Yenilik zamanı, başlasın!