Mutlaka Almalıyım-Turuncu 430
Michael Speechley hem yazar, hem de çizer olanlardan. Benim bu gruba karşı özel bir hayranlığım var. Daha önceki yazılarımda da değinmiştim bu konuya. Yazar sözden sıkınca resme, resimden sıkılınca söze geçiyor ve arada kopukluk yaşamıyorsunuz bu tarz kitaplarda. Bir de ne mutlu işte, zihnindekini iki farklı şekille anlatabiliyor bazıları. Sınıfta ve tahtada orta noktada duran bir öğretmen gibi. Sağ elinde tuttuğu tebeşiri hiç kıpırdamadan sol eline bırakıyor ve olduğu yerde istediği yazıyı tamamlıyor gibi. Bilgi Çocuk Yayınları tarafından basımı yapılan ve Yasemin Yener tarafından Türkçe’ye çevrilen kitap aslında bence sadece çocuklara değil, onlardan çok, büyüklere yazılmış gibi. Çocuklarına okurken, aynı hatalara düşen çokça ebeveyn geldi aklıma mesela. Galiba çocuğa diye okurken bir parça rahatlıyoruz ama ben okurken hep aynayı kendime tutmayı sevenlerdenim. O nedenle kendimle birlikte büyükleri de görüyorum çoğu durumda.
Tüketim kültürü üzerine yazılan bu kitap bir çocuğun her şeyi olmasına rağmen bir pazarlama stratejisi ile yeni çıkan bir oyuncağı da merak edip almak istemesi üzerine kurulu. Öyle ki o oyuncak olmadan mutsuz oluyor karakterimiz. İlerleyen sayfalarda görüyoruz ki sadece o da değil, onun gibi pek çok çocuk da benzer ruh hallerinde ve aynı tüketim kültüründen besleniyor. İşlevsiz ve çocuğun yaratıcılığına hiçbir faydası olmayan bu oyuncakları düşününce; benim gibi bu yazıyı okuyanlar da oldukça tanıdık şeyler anımsayacak. Kitabı okudum ama üstüne bir de Gökçe Yavaş Önal’ın bir çizimi belirdi gözümde. İyi Kitap Dergisi’nin Haziran sayısındaki çiziminde hiç işe yaramayan bir oyuncağı ille de almak isteyen bir kız çocuğunu ve annesinin çırpınışlarını çizmiş Önal. O kadar çok kendime benzettiğim sahne vardı ki anlatamam. Dergiyi takip edenler de kendinden çokça sahne yakalayacaktır diye düşünüyorum. Hatta bu akşam kızıma da gösterdim o çizimleri. Kısacası bazen kendimizi çok yalnız hissederiz ya bazı olaylar karşısında işte galiba öyle anlarda karşımıza çıkan “iyi” şeyler moral olur hepimize. Bizi o yalnız olma halinden çıkarır en çok da. Ben de oyuncak ve hediye kültürü, bitmeyen ve abartılı doğum günleri kadar diş buğdayları daha birçoklarına hep mesafeli oldum. İtiraf edeyim bazı durumlarda kızımın yoğun ısrarlarına yenik düştüğüm oyuncak seçimleri de oldu. Bu durumlarda da baskılananın karşıma daha kötü çıkma ihtimali ile onun “sosyalleşme” adı verilen süreçte yaşadıkları baskın oldu. Çünkü hemen her arkadaşında olanın kendisinde olmaması durumunu çokça yaşadığımız oldu. Bununla birlikte şu ana kadar karne hediyesi almadım. Yine şu ana kadar ona doğum günü partisi yapmadım. Ayrıca yapan arkadaşlarımın çocuklarınınkine de katılmadım. En fazla bir veya iki istisnamız olmuştur. Her biri bir karaktere ve çoğunlukla prenseslere dönüştürülen çocukların kostümler içinde ordan oraya dolanırken sınırsız hediye yağmuruna tutulması bana pek anlamlı gelmedi. Bu konuda şükür ki aile içinde de hem fikiriz. Elbette doğum günü kutlanıyor ama bize dayatılan tüketim kültürü standartlarında değil. Elbette hediye alınıyor ama klasik ve özensiz, ayrıca pahalı ve lüks olanlardan değil. Çok uzatma niyetinde değilim bu konuyu ama ben çocuklarımın küçük şeylerden mutlu olmalarını istiyorum. Çok fazla uyaran olduğunu ve bu anlamda işimizin zor olduğunu da biliyorum ama yine de “kıymet bilmeleri” benim için önemli ve bunu yapabilmelerini istiyorum. Çünkü tüketim kültürünü bir kez aldıklarında, hayatları boyunca o kültürün esiri olacaklarını da biliyorum. Tatile gidemedikleri için mutsuz olacaklar, istedikleri oyuncak alınamadığı için veya istediği şey, arkadaşınınkinin aynısı olmadığı için. Kısacası bunun sonu yok ve mutsuz olmak kaçınılmaz olacak. Oysa ki satın alınanla mutlu olmamaları bence en doğrusu. Geçenlerde ilk kez dinledim “The best things in life are free” şarkısını. 1930 yılında Buddy DeSylva ve Lew Brown tarafından yazılan parça çok ama çok hoşuma gitti. Galiba çok fazla şey beni bu kitapta aynı noktaya getiriyor. O da hayattaki değerli şeylerin tüketim kültürü içinden geçmediği. Çocuklarımızı da mutsuz yetişkinler olarak görmemek için onları da bu kültürden “olabildiğince” uzak tutmak galiba en iyisi.
Michael Speechley bu kitabı Avustralya’dan yazıyor ama benim duygularıma tercüman olmuş gibi. Yani sorun aslında sadece bize ait değil, çocuk büyütmek zor iş ve aynı zamanda büyük bir pazarın da odağında bir iş. Dolayısıyla siz çocuk büyütürken bu pazar olası tüm duygularınızı hesaba katarak hareket ediyor ve sizi kendine dahil etmeye çabalıyor. Kitaptaki karakter o kadar güzel anlatıyor ki yaşananları, o Turuncu 430 denilen şey her ne ise mutlaka ama mutlaka alınmalı. Çocuk her yolu deniyor ve sonunda amacına ulaşıyor. Ulaştığı anda da hevesi, isteği ve merakı sönüyor. Normalde pazar buna yenisini koyarak o çarkı devam ettirir. Ama bu kitapta başka bir şey oluyor ve umut veriyor okur olarak bizlere de. O sonu da söylemeyeyim de merak edenler baksın olur mu? Sade dili ve güzel çizimleriyle bir değil, birkaç defa okunacaklar arasında yer alıyor benim için. Çocuğuna sınırsızca ve onun her istediğini almaya çabalayanlar ve elbette çocuklar için okunası dediklerimden oldu. Zaten daha önce de böyle düşünürdüm, yinelemek istiyorum; bence çocuk kitapları yetişkinleri de kapsıyor. Az söz ile yapılan bu sanat, bizleri edebiyatın yolculuğunda karşılıyor. Daha güzeli var mı sizce? Çocuk edebiyatı iyi ki var ve hepimizi sarsın o zaman. Son olarak şimdi farkettim, Kocaeli Barış Gazetesi’ndeki 100. Kitap tanıtım yazısı olmuş bu yazı, ne güzel şey yazdıklarımı yerelde paylaşabilmek.
Değerli Kocaeli Barış Gazetesi okurları,
Kocaeli Barış Gazetesi ekibi olarak Türkiye'de ve dünyada yaşanan, haber değeri taşıyan gelişmeleri sizlere en hızlı, tarafsız ve kapsamlı şekilde sunmak için çalışıyoruz. Bu süreçte sunduğumuz haberlerle ilgili eleştiri, görüş ve yorumlarınız bizim için çok değerli. Ancak, karşılıklı saygı ve hukuka uygunluk çerçevesinde, daha sağlıklı bir tartışma ortamı oluşturmak adına yorum platformumuzda uyguladığımız bazı kurallarımız bulunmaktadır.
Sayfamızda Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına ve evrensel insan haklarına aykırı yorumlar onaylanmaz ve silinir. Okurlarımız tarafından yapılan yorumların, (diğer okurlara yönelik olanlar da dahil) kişilere, ülkelere, topluluklara, sosyal sınıflara ırk, cinsiyet, din, dil başta olmak üzere ayrımcılık içermesi durumunda, yorum editörlerimiz bu yorumları onaylamayacak ve silecektir. Onaylanmayacak ve silinecek yorumlar arasında aşağılama, nefret söylemi, küfür, hakaret, kadın ve çocuk istismarı, hayvanlara yönelik şiddet söylemleri de yer almaktadır. Suçu ve suçluyu övmek, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre suçtur, bu nedenle bu tür yorumlar da Kocaeli Barış Gazetesi sayfalarında yer almayacaktır.
Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde doğruluğu kanıtlanamayan iddia, itham ve karalama içeren, halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden, provokatif yorumlar da yapılamaz.
Markaların ticari itibarını zedeleyici, karalayıcı ve ticari zarara yol açabilecek yorumlar onaylanmaz ve silinir. Aynı şekilde, bir markaya yönelik promosyon veya reklam amaçlı yorumlar da onaylanmaz ve silinecek yorumlar kategorisindedir. Diğer web sitelerinden alınan bağlantılar Kocaeli Barış Gazetesi yorum alanında paylaşılamaz.
Kocaeli Barış Gazetesi yorum alanında paylaşılan tüm yorumların yasal sorumluluğu yorumu yapan kullanıcıya aittir, Kocaeli Barış Gazetesi bu sorumluluğu üstlenmez.
Kocaeli Barış Gazetesi'de yorum yapan her okur, yukarıda belirtilen kuralları, sitemizde yer alan Kullanım Koşulları'nı ve Gizlilik Sözleşmesi'ni okumuş ve kabul etmiş sayılır.
Kurallarımıza uygun şekilde saygı, nezaket, birlikte yaşama kuralları ve insan haklarına uygun yorumlarınız için teşekkür ederiz.