EYT intiharı!

Yılmaz Karabıyık

Yılmaz Karabıyık

Tüm Yazıları

Bir iktidar düşünün, milyonlarca insana kapılarını tamamen kapatmış…

Bir ittifak ortağı düşünün, vaatler verdiği insanlara bugün randevu bile vermiyor…

Böyle bir iktidar, böyle bir ittifak ortağı olabilir mi?

Millete kapılarını kapatan bir anlayış olabilir mi?

Oluyor maalesef!

AKP ve MHP, emeklilikte yaşa takılan milyonlarca insana kapısını resmen kapatmış durumda. Randevu taleplerini dahi geri çevirebiliyorlar…

***

Ya tehlikenin farkında değiller ya ekonomiyi tamamen çökerttiler ya da kafalarında farklı bir düşünce var…

Yoksa seçim kaybetme pahasına bu denli katı bir tutum takınmazlardı EYT’ye karşı…

23 Haziran’da yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri sürecinde Osman Öcalan gibi kırmızı bültenle aranan bir teröristin TRT ekranlarına çıkmasına dahi müsaade eden bir iktidarın; oy kaybetmeyi göze alabileceğini hiç sanmıyorum.

O zaman geriye bir ihtimal kalıyor…

Kasada para yok…

Nerede özelleştirmelerden gelen paralar?

Nerede alınan primlerin karşılığı?

Nerede 17 yıla kadar mağduriyet yaşayan bu insanlara bu yıllarda ödenmesi gereken ama emekli edilmedikleri için ödenmeyen para?

Yapılan saraylara mı gitti, lükse, şatafata mı gitti?

Ortada kurulan bir fabrika yok…

Tarım bitik, hayvancılık bitik…

Vergi üstüne vergi…

Ceza üstüne ceza…

Kasadaki para nereye gitti?

***

“Kasada para yok” diyemiyorlar, peki ne diyorlar?

“Bu insanlar erken emekli olmak istiyor” diyorlar…

Ne diyorlar? “Çift dikiş yapmak istiyor” diyorlar…

Ne diyorlar? “Avrupa’da emeklilik yaşı 65-70” diyorlar…

Avrupa’daki çalışma şartlarından, yaşam koşullarından bağımsız sarf ediyorlar bu ifadeleri. Oradaki aile sigortasının varlığından bağımsız konuşuyorlar…

Avrupa’daki refah seviyesinden söz etmiyorlar…

Siz Avrupa’da 1000 lira, 1200 lira gibi bir emekli maaşı duydunuz mu?

Siz en asgari yaşam şartlarının yarısı kadar bir emekli maaşı duydunuz mu?

Siz çalıştıkça, prim yatırdıkça yıldan yıla bağlanacak emekli maaşı düşen bir Avrupa ülkesi duydunuz mu?

Siz, aylık bağlama oranı yüzde 70’lerden yüzde 28’lere düşen bir başka ülke biliyor musunuz?

Ya siz; kırmayan, dökmeyen, demokratik ve yasal yollardan hakkını aradığı halde, milyonları temsil ettiği halde, 2 milyon insanı mitingde buluşturduğu halde bir iktidar tarafından, bir ittifak ortağı tarafından dikkate alınmayan, dinlenmeyen, seslerine kulak tıkanılan bir sivil toplum kuruluşunu, Avrupa’da gördünüz mü?

***

Ya bu insanlar mağdur…

Tek sorunları yaşa takılmak değil ki…

Tek sorunları emekli olamamak değil ki…

Bugün emekli olsalar, aylık bağlama oranının düşüklüğü nedeniyle tekrar işe girmeden hayatlarını idame ettirme şansı olmayacak pek çoğunun…

Asgari ücretin biraz üzerinde maaş alanların, emekli olduğunda alacakları maaş 1000-1200 lira seviyesinde…

Bunun adı emekli maaşı değil ki, bu bildiğiniz sosyal yardım…

EYT tek kalıp değil ki, hepsinin mağduriyet seviyesi farklı…

En az mağduriyet yaşayan seviyeden başlayalım…

Çalıştığı işte yüksek maaş alanlar… Bu EYT’linin mağduriyeti; emekli olamama ve emekli olduğunda hesaplanan aylığının, alışageldiği yaşam şartlarının altında olması… Bu seviyedekiler, en şanslı EYT mağdurları…

Mağduriyet seviyesini biraz daha artıralım şimdi…

Adam 3 bin lira maaş alıyor, primi asgari ücretten yatıyor…

Ya da gerçekten 2020 liralık asgari ücretle çalışıyor…

Alacağı maaş 1000 lira civarında.

Ne yapsın, kara kara düşünüyor.

Emekli olmayı bekliyor…

Olursa, ikinci bir işte çalışacak mecbur, tabii bulabilirse…

En üst mağduriyet seviyesine geçelim şimdi…

Bu seviyedekiler, gerçekten perişan durumda…

Çalıştıkları işten ya kovulmuşlar ya iş yerleri özelleştirilmiş…

Yani bir şekilde işsiz kalmışlar…

İş veren; “Sen yaşlısın, gençler dururken seni neden işe alayım?” diyor…

Devlet; “Emekli olmak için yaşın genç, daha zamanın var” diyor…

Bu insanlar işsiz EYT’liler…

Bu insanlar, 45-55 yaşları arasında gündelik işlere koşturan, amelelik yapan, temizlik yapan sağlık sigortasından ücretsiz yararlanamayan EYT’liler…

***

Ve hükümet, bu derece bir mağdurlar topluluğunu, onun temsilcilerini muhatap almıyor, dinleme lüzumu görmüyor; seçim kaybetme pahasına “size çözüm yok” diyor…

İtibar, şatafatlı, lüks saraylarla değil; itibar ülkenin, milletin refah seviyesini artırmakla olur. İtibar, yatırımlarla, üretimle olur.

Ülkeyi düşünmek, milleti düşünmekle olur.

Milyonlarca insanın yüzüne kapıyı kapatmak demokrasi ile yönetilen Türkiye’de, inanın seçim intiharı olur.

Bu algı Lütfü Türkkan'ın üzerine oturmadı!

Söyleneni anlamamak gibi bir problemimiz var bizim toplum olarak…

İktidarı destekleyenler için de geçerli bu, muhalefeti destekleyenler için de…

Kişilik tahlili yapmadan, “söz” tahlili yapıyoruz…

Öncesine, sonrasına bakmıyoruz sözün ve sözü söyleyenin…

Seversiniz ya da sevmezsiniz Lütfü Türkkan, muhalif bir isimdir…

Öyle ki Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili iken solcu denebilecek çevrelerin de ılımlı baktığı, sevdiği bir siyasi karakterdir…

Gerek ülkenin, gerekse vekili olduğu Kocaeli’nin sorunlarını en çok gündeme getiren isim olmuştur ve hala da o doğrultuda devam ediyor.

Canlı yayınların, televizyon programlarının sıklıkla davetlisi olan biridir…

Değişim hareketi sürecinde MHP’den kopan isimlerden oldu.

Sonrasında ise İYİ Parti’nin kuruluşunda yer aldı…

Şu an bu partide önemli bir görevi olan Kocaeli Milletvekili Türkkan, iktidara yakınlaşmak, bakanlık elde etmek ile itibar kazanacak bir isim değil…

Buna ihtiyacı olan biri değil.

Bu niyetle siyaset yapacak biri de değil.

Bunu, şahsını tanıyanlar, bugüne kadar ki tavrını, tarzını görenler gayet iyi bilir…

Seveni de çoktur, sevmeyeni de Türkkan’ın…

Destekçisi de çoktur, köstekçisi de…

Bir söz etti Türkkan ve bir anda neye uğradığını şaşırdı…

Bir anda iktidara yanaşmak isteyen, olası bir ittifakta gözü bakanlığa diken, bunun için iştah kabartan bir siyasetçiymişçesine muamele gördü…

Diyorum ya toplum olarak algılama kabiliyetimizde bir sorun var…

Algılayamadı bir kesim Türkkan’ın anlatmak istediğini…

Hatta kendi partisi dahi algılayamadı ya da gelen tepkileri üzerlerinden savuşturmak için açıklama yapma gereği duydu…

Türkkan ne dedi?

“Sayın Erdoğan 2020 yılında kesin bir tarih vererek ve de parlamenter sisteme dönmek noktasında erken seçim için mutabakat zaptını imzalarsa bunların yanında 5-6 icracı bakanlık verirse ülkenin yeniden inşası için bizde bir fedakarlık yapabiliriz” dedi… Yani icraat noktasında önemli bakanlıklardan söz ediyor…

Ve her şeyden önemlisi partili cumhurbaşkanı sisteminden, 16 Nisan referandumundan önceki parlamenter sisteme geçişten söz ediyor…

Şart bu…

Bu şartlarda oluşabilecek bir ittifak, bu ülkeye yarar mı sağlar, zarar mı?

Yani muhalif kanatta yer alanlar, bunu bir düşünmeli öncelikle…

Öncelikle Lütfü Türkkan’ın siyasi kişiliğinin analizini yapmalı…

Türkkan, iyi bir mal varlığına sahip; siyasete kazanacağı ve kaybedeceği bir şey yok. Serveti de var, şöhreti de.

Siyaseten önemli noktalara gelmiş.

Siyasetten para kazanma gibi bir düşüncesi olsa çoktan yönünü, rüzgara göre ayarlar mıydı, ayarlardı…

Şimdi şurada şuna bakmak lazım…

AKP, kan kaybediyor mu; evet, bu aşikar, kaybediyor…

Peki AKP kan kaybetse de baraj altı kalacak boyutta bir parti mi? Değil…

Yine birinci parti olma ihtimali ne? Bir hayli yüksek.

MHP ile birlikte bu oranı yüzde 50’nin üzerine çıkaramama durumu söz konusu değil mi? Söz konusu… Diğer yandan CHP ile İYİ Parti’nin oylarının toplamının bir hükümet kurmaya yetecek durumu söz konusu olabilir mi? Öyle bir ihtimal şu aşamada görünmüyor.

Olası bir seçimde oluşabilecek bu tabloda geriye şu ihtimal kalıyor: Ya AKP-CHP koalisyonu olacak, ya AKP-MHP-İYİ Parti koalisyonu olacak, ya CHP, İYİ Parti, HDP koalisyonu olacak… Evet, yerel seçimlerde HDP’den bir destek vardı Millet ittifakına, bunu aday çıkarmayarak yaptı HDP, lakin koalisyon ayrı bir durum, desteklenmek ayrı bir durum… Bu noktada HDP ile İYİ Parti’nin yan yana gelmesi söz konusu olamaz. AKP tabanının da CHP ile koalisyona sıcak bakması çok mümkün değil.

Oluşabilecek böyle bir tabloda, oyun bozanlık yapmayız ama şartlarımız da bu diyor Lütfü Türkkan. Net konuşmuyor, düşüncesini söylüyor.

Kaldı ki İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in de bu bağlamda benzer bir açıklaması söz konusuydu. Akşener’e partisinden bir tepki gelmezken Türkkan’ın günah keçisi ilan edilmesi ilginç…

Dediğim gibi Türkkan muhalif bir isim…

Yine Türkkan, şan şöhret sahibi bir isim…

Yardımsever bir isim…

Sol cenaha da yakın durabilen bir isim.

Seversiniz ya da sevmezsiniz ama Türkkan’ın o sözlerinden “Türkkan, iktidara yanaşıyor, bakanlık bekliyor” sonucu çıkmaz.

Bu algı, Türkkan’ın üzerine oturmaz!

Oturmadı da zaten…