Bırakın Oğan’ı ve Özdağ’ı, umut var mı umut?
Hiçbir siyasinin bugün söylediğinin yarın değişmeyeceğinin garantisi yok!
Dürüstlük siyasette aranan ancak siyasette barındırılmak istenmeyen bir kavrammış bunu defalarca gördük!
Açık konuşayım, Sinan Oğan gibi bir ismin siyasette varlık göstermesinden, ileride iyi noktalara gelmesinden yana bir düşüncedeydim…
Elindeki kıt imkanlarla kendini anlatabilmeyi başardı, hatırı sayılır bir oy da aldı…
Lakin Oğan, kendisine oy veren kitlenin mesajını ilettikten sonra kenara çekilip süreci izlemeyi başaramadı!
Suratı asık bir şekilde, iki cümleyi kağıttan okuyarak Cumhur ittifakına desteğini açıklayıverdi!
Erdoğan’dan mültecileri gönderme sözü aldıysa ne ala, olur da Erdoğan seçilir ve böyle bir söz verip de tutarsa ne ala lakin ortada böyle bir söz var mı, yok mu o bile belli değil!
Sinan Oğan’ın “Cehennemin kapılarını kapatacağız” sözünü yemesine sebep olan nedir belli değil!
Sinan Oğan’ın, Erdoğan’a yönelik sarf ettiği sözleri yutmasına neden olan gelişme nedir belli değil!
Lakin ne olursa olsun saygı duyulmak zorunda verdiği karara…
Kendi siyasi geleceğini yakma pahasına açıkladığı desteğe saygı duyulmak zorunda…
Oy verenler eleştirebilir, Erdoğan’ın gitmesi gerektiğini düşünenler eleştirebilir ancak her şeyin bir dozu olduğu unutulmamalı…
İnsanların ailelerine kadar varan iğrenç hakaretlere başvurmakla olmaz…
Bu dille kazanamaz, kazandıramazsınız…
Bu dille ancak insanlığınızı kaybeder, desteklediğiniz ittifaka da kaybettirirsiniz…
Kaldı ki Sinan Oğan, Cumhur ittifakına destek verdi diye, ona ilk turda oy verenler, ikinci turda da onun desteklediği adaya oy verecek diye bir şey yok!
Ümit Özdağ, Millet ittifakına destek vereceğini açıkladı diye, ilk turda onun partisine oy verenler, ikinci turda da onun desteklediği adaya oy verecek diye bir şey yok…
Kimse kimsenin emir eri değil, herkesin hür iradesi var…
Ancak sizler, bu isimlere ikinci turdaki kararlarından dolayı eleştirinin ötesine giderek hakaret ederseniz seçmenini kızdırır, destekçilerini kanalize eder, seçimin sonucunu kendi desteklediğiniz adayın aleyhine sonuçlandırırsınız…
Sizler deprem bölgesindeki vatandaşa, siyasi tercihinden dolayı hakaret ederseniz, bunun bedelini yine desteklediğiniz adaya ödetirsiniz…
Önce insan olmak gerekir, siyasetin bölücü, kutuplaştırıcı yanını törpülemek için kullanılan dile dikkat etmek gerekir…
Erdoğan da kalsa Kılıçdaroğlu da gelse toplumun bir an önce bu çirkin dilden kurtarılması lazım…
Bırakın halkı, kime istiyorsa ona oy versin…
Biri Habur’a taksın kafayı, biri Selahattin Demirtaş’ın özgür bırakılma olasılığına…
Biri Öcalan’ın mektubunun okutulmasını yargılasın, biri HDP’nin desteğini sorgulasın…
Herkesin kendine göre bir ideolojisi, bir çizgisi, bir düşüncesi var…
Kimi bilinçli, kimi bilinçsiz, kimi algılara kanarak kimi kanmak isteyerek istediği yolu izleyebilir…
Kimsenin kimseye hakaret etme hakkı yok…
***
Tabii tüm bu tartışmalar sürerken asıl meselenin üzeri maalesef kapatılıyor…
İşte sıkıntı bu…
Bakın, gerçekten geçinebilmek, evlenebilmek, ev alabilmek, araba alabilmek, bırakın sosyal hayatı yaşayabilmek bile güç oldu toplumun önemli bir kesimi için…
Günden güne ekonomi kötüye gidiyor…
Fireni patlamış kamyon misali zamlar üst üste gelmeye devam ediyor…
Tabii ki TOGG ile gurur duyacağız, İHA’lar ile SİHA’lar ile gurur duyacağız lakin vatandaşın karnı tok değil, vatandaş bırakın TOGG almayı, eski model bir arabayı dahi almakta zorlanıyor…
Asgari ücretin 8 bin 500 lira olduğu ülkemizde 5 bin 500 liraya kiralık ev bulan resmen seviniyor…
3+1 bir dairede oturmak zorunda olan vatandaş ya 12 bin lira kira ödeyecek ya da eşyalarının bir kısmından kurtularak, 2+1 daireye sıkışıp kalacak. Ki onun da fiyatı 8 bin liraya kadar çıkabiliyor…
Bir yatak odası takımının tek odaya sığmadığı 2+1 bir dairenin satış fiyatı 2 milyon liraya dayanmış, 3+1 bir evin satış fiyatı 4 milyonu geçebiliyor…
Nasıl olacak böyle?
Temmuzda asgari ücrete zam vaat ediyor iktidar lakin enflasyonun düşeceğine dair bir umut veremiyor!
Hal böyle olunca da bu zamlar rakamsal artıştan öteye gidemiyor…
Bu vatan elbette ki hepimizin, elbette ki milli duygularımız, ekonomiden baskın lakin mülteci yuvasına dönen ülkemizin insanı, gençleri, ciddi ciddi yurt dışına gitmeyi düşünüyor ve bu sayı oldukça fazla…
Vatandaş, emeklilik hayali dahi kuramıyor…
Çalışma şartları oldukça ağır olan işçiler, 60-65 yaşına kadar vücut sağlıklarını koruyarak nasıl çalışacaklarını, emekli olduktan sonra bağlanacak aylıkla nasıl geçineceklerini kara kara düşünüyor…
Aslında bu seçim, ekonomide umut vaat edenlerle umut vaat edemeyenlerin seçimi olmalıydı…
Mevcut iktidar, ekonomiyi nasıl düzelteceğini halka anlatmalıydı…
İnsanların emeklilik hayalini tekrardan canlandıracak sözler verebilmeliydi…
65 yaşında emekliliği düşüreceğini dile getirebilmeliydi…
Aylık bağlama oranını yükselteceğini, insanların emekli olduktan sonra çalışmak zorunda kalmayacağını ifade edebilmeliydi…
Zamların önünün nasıl kesileceğini, fiyatların nasıl sabitleneceğini, etin fiyatının nasıl düşürüleceğini, bu krizi aşacak kaynağın nerelerden sağlanacağını anlatabilmeliydi…
Muhalefet ile iktidarın, ekonomik sözler, vaatler, icraatlar üzerinden yarışması, en büyük faydayı halka sağlardı…
Birkaç seçim yatırımı dışında gençleri yurt dışına kaçmaktan kurtaracak, vatandaşa emeklilik hayali kurduracak umut vaat eden bir yarış izleyemedik maalesef…
Buna müsaade edilmedi, bu mümkün olamadı…
Hala geç sayılmaz, hala zaman var…
Evet, çıkın açıklayın:
Gençlere bu ülkede kalmaları için ne vaat ediyorsunuz?
Emeklilik hayali kuramayan, aylık bağlama oranı şaka gibi bir rakama düşürülen vatandaşa ne vaat ediyorsunuz?
Evlenemeyen, geçinemeyen, ev alamayan, araba alamayan, yerli arabamız TOGG’a binerek değil, onu izleyerek gururlanan vatandaşa ne vaat ediyorsunuz?
Bırakalım artık milli meseleler üzerinden yürümeyi, o kısımları halk kendi görür, bilir, yorumlar; kaldı 4 gün bize ekonomiyi anlatın…
Lakin masal olmasın…
Haydi kaybolan umudumuzu bize geri verin!
Verin ki vatandaş inandığına oy versin, bulduğuna değil!