Köyden indim şehire!
Doğup büyüdüğüm şehir Kocaeli…Okuduğum, çalıştığım, yaşadığım, yaşamakta olduğum il.
Marmara Denizi ile Karadeniz’e kıyısı olan, coğrafi güzellikleriyle
göz doyuran bir kent.
Aslen ise Eskişehirliyim…
Coğrafi anlamda şansız bir ildir…
Denize kıyısı yoktur bu kentin.
Ormanları sığdır…
Geçtiğimiz günlerde bazı işlerim nedeniyle Eskişehir’deydim…
Çok gezme fırsatım olmadı bu kez, ancak Odunpazarı
Evleri ile çarşısını görmeden de edemedim.
Ve her zaman ki gibi şaşırdım…
Çünkü bu kent yerinde durmuyor.
Çünkü Eskişehir’in adı sadece
adında eski, sürekli kendini yeniliyor.
***
Şöyle biraz gerilere gitmek istiyorum…
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in
elindeki sihirli değneği Eskişehir’e dokundurmadan öncelere…
Denizi yoktur ama Porsuk çayı vardır Eskişehir’in, kenti ortadan ikiye bölen
bir çay…
Bir zamanların sinek yuvası, bir zamanların bataklığı, bir zamanların
kötü koku yayan çile çayı…
Çarşıda dolaşmak gelmezdi içimden, o denli rahatsızlık vericiydi Porsuk.
Sonra toz dumandı her yer, üzerimizde takım elbise ile çarşıda dolaşmaktan
çekinirdim…
Dolaşmak demişken, öyle çok dolaşacak yerleri de yoktu hani,
Adalar, Doktorlar, Hamam Yolu Caddesi, salaş bir barlar sokağı,
tek tük kafeteryaları…
Hepsi bundan ibaret…
Hani Kocaeli’den Eskişehir’e gittim mi şehirden köye gittiğimi düşünürdüm…
Ve durmak istemezdim, kaçardım Mihalıççık kazasındaki köyüme…
En azından yemyeşil doğanın içinde köy havasını solurdum,
tozun dumanın içinde, Porsuk çayının kokusunu çekmektense.
***
Gerilere gitmişken bir de Kocaeli’ye göz atalım…
Denizi kokuluydu bu şehrin de zaman zaman burun direklerini
kırarcasına bir koku yükselirdi Körfez’den…
Kocaeli Kültür ve Eğlence Fuarı, Marina sahili vardı
zaman geçirilecek, birkaç piknik alanı bir de.
Fuarı canlıydı, insanlar severdi Fuarı…
Kandıra’daki plajlarını da unutmamak gerek tabii.
Öyle ya da böyle yüzülebilen plajlardı işte.
Festivalleri de olurdu Kandıra’nın, yılda bir defa da olsa
konserler falan insanlar eğlenirdi.
***
Geçmişte saplanıp kalmanın anlamı yok değil mi,
çıkalım geçmişten bir de günümüzdeki Eskişehir ile
Kocaeli’ye bakalım…
Bir zamanlar Kocaeli’yi şehir, Eskişehir’i ise köy olarak
görürken, ibrenin nasıl tersine döndüğünü dilim döndüğünce
anlatayım size…
Eskişehir’de o dert yanılan Porsuk çayından başlayalım mesela…
Bugün Venedik’i andırıyor.
Kokudan eser yok, tertemiz.
İçinde gondollar yüzüyor, turistler deniz araçları ile şehri turluyor.
Üzerinde şehrin estetiğine uygun köprüler, etrafını çevreleyen
farklı farklı tarzda kafe ve restoranlar, oteller…
Adalar, Doktorlar, Hamam Yolu Caddesi ve nice caddeleri,
gecenin yarısından sonra da capcanlı…
Sazova diye bir parkı var mesela, Disneyland’dakine benzer
bir şato barındırıyor içinde…
Etrafı yemyeşil, yapay göl oluşturulmuş.
Öte yandan Aşıklar Parkı, turistlerin akınına uğruyor.
Kent Park’ı ayrı ele almalı tabii…
Çünkü denizi olmayan Eskişehir’in yapay plajı bu parkın içinde.
Yapay da olsa insanların hijyenik ortamda, ucuza yüzmesini
ve serinlemesini sağlıyor.
Aqua parkları ara sokaklara kadar yayılmış.
Piknik alanlarını ise saysam bitiremem.
Öğrencilere hitap edeni de var, ailelere hitap edeni de…
Her yanı büyük parklarla dolu şehrin.
Ara mahallelerine kadar canlı şehir, gece 00.00’dan sonra bile
en kırsal yerlerinde açık dükkanları görebilirsiniz Eskişehir’in.
Öyle küçük dolmuşlara rastlamanız da zordur, çok kısıtlı yere dolmuş
işler Eskişehir’de… Ki zaten dolmuşların işlediği yerlere
belediye de otobüslerini ayrıca çalıştırıyor.
Odunpazarı’nın o yıkık dökük evleri restorasyondan geçtikten
sonra kentin cazibe merkezi haline gelmiş durumda.
Balmumu müzesine turistler otobüslerle akın ediyor.
En son gittiğimde bu evlere de uğradım ve dolaşırken
sokak arası gibi bir noktaya sahne kurulmuş, bir festival
kapsamında o gün Manga konser veriyor.
Yaşlısı genci birlikte Manga’yı dinliyor…
Tarihi arabalar Odunpazarı Evleri’nin ihtişamına
uygun, semt tarih kokuyor.
Sonra çıkıyorum Odunpazarı Evleri’nden, çarşıya iniyorum,
Barlar Sokağı’ndan geçiyorum.
Ucu bucağı yok sokağın, gittikçe bitmiyor.
İstanbul Taksim’deki eğlence yerlerini andırıyor ama
çok daha huzurlu…
Polisler, eğlenen vatandaşları rahatsız etmeden caddenin her
yanında konuşlanmış…
Bir günde Eskişehir’i gezmek, değişimin hızına yetişerek
yeni cazibe merkezlerini görmek imkansızken 3-4 saatlik bir
zaman diliminde anca bu kadar geziyorum bu seferlik.
Konaklayacağım semte hareket ediyorum.
Eskişehir için kırsal bir semt gideceğin nokta.
Bakmayın kırsal dediğime, Kocaeli’nin en canlı
mahallelerinden daha merkezi aslında.
Tramvaya biniyorum bunun için.
Evet, kırsal dediğim bir bölgeye tramvayla
gidiyorum…
Hani bizim ilimizde yıllardır konuşulan,
geçtiğimiz yıl anca çalışmalarına başlanan ve
prestij projesi diye dillendirilen tramvay var ya
hani şu 7 kilometrelik o geliyor aklıma…
Bu bile özetliyor; Kocaeli ile Eskişehir’i kıyaslayamayacağımı…
***
Kocaeli’nin günümüzdeki durumunu anlatmaya gerek yok aslında
görüyorsunuz, yaşıyorsunuz…
Kocaeli’de de değişen şeyler oldu elbet…
Köprüleri var mesela, yolları var yeni…
Körfezi kimi noktalarda kokuyor, kimi noktalarda ise orta halli.
Yaşam merkezi olarak Seka Park yapıldı, mesire alanları çoğaldı,
orta halli halktan çok zenginlere hitap eden kayak merkezi var Kartepe’de.
Kandıra’nın yolları ise hala bozuk…
Saymakla bitirebileceğim yeniliklerin dışında, Kocaeli Fuarı geriye gitti,
eskisi gibi canlı değil…
Barlar Sokağı düzensiz, keza onun da bir kısmı yıkılıyor.
Yani aslına bakarsanız, Kocaeli’de misafirinizi
gezdirebileceğiniz yer bulmanız güç…
Kocaeli’de gece yarılarına kadar vakit geçireceğiniz
yerler bulmanız zor.
Ve bu kenti yıllardır İbrahim Karaosmanoğlu yönetiyor.***
Eskişehir’in kara talihi ise Anadolu Üniversitesi’nin
Rektörü Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’i Büyükşehir Belediye Başkanı
seçtiğinde değişti…
İşte dün köy dediğim Eskişehir, “Eski”yi adında,
Kocaeli’yi de baya bir ardında bıraktı…
Anlayacağınız perşembe akşamı köyden indim şehire,
cumartesi akşamı tekrar döndüm köyüme…
Üzülmeyin, belki bir gün bu kentin de elinde
sihirli değnek (vizyon) bulunan bir başkanı olur…
Olur mu olur!