Aptallık bu ise eğer bırakın baki kalsın!
Yaşattığını yaşar insan…
Bedelini öder…
Hem bu dünyada hem de ötesinde…
Yediğiniz hak, yaktığınız can illa ki
size misliyle döner…
Allah’ın “Adalet”i şaşmaz çünkü…
Kaldı mı bakın..?
Dün “Hoca Efendi” diye yerlere göklere sığdırılamayan
hainin yaptıkları yanına kaldı mı?
Onun eteğini öpüp de bir yerlere gelenlerin
yanına kaldı mı?
Benim KPSS’de hakkımı çalıp,
keyif çatanların yanına kaldı mı?
Ergenekon, Balyoz kumpaslarıyla
askerlere ettikleri zulüm yanlarına kaldı mı?
Kalmaz, inanın kalmaz…
Hiçbir zalimin yaptığı yanına kalmaz…
Hiçbir kötülük karşılıksız kalmaz...
***
Bu yüzden önce içimizdeki “Adalet”i
sağlamalıyız toplum olarak…
Vicdanımızı kullanmalıyız terazi olarak.
Hayatı başkalarına zehir ederken bir gün
o hayatın bize de zehir edilebileceğini
aklımızdan hiç çıkarmamalıyız…
Empati kurmalıyız…
Gücün sarhoşluğuna kapılmamalıyız…
Mevkilerimize, makamlarımıza güvenmemeliyiz…
Kula, paraya, güce tapmamalıyız.
Topraktan geldik, toprağa varacağız;
son durak orası, bunu unutmamalıyız.
Yalan dünyada yalanlarla değil;
doğrularımızla var olmalı, doğru yolda
ilerlemeli, doğru yerde durmalıyız…
Dürüstlüğün, mütevaziliğin “Aptallık” olarak
görüldüğü bir devirde;
şerefini satmayan, hak yemeyen, doğrudan şaşmayan,
vicdanının sesini dinleyen, kibirden uzak duran
koca yürekler olarak kalmalıyız…
Neye sahip olursak, neyi kaybedersek kaybedelim
bozulmamalıyız…
İşte bu yüzden aptallık bu ise eğer, bırakın baki dursun(!)
--------
Suriyelilerin sahil keyfi!
Allah kimseyi düşürmesin…
Kimseyi vatansız, bayraksız bırakmasın…
Kolay değil, başka ülkelerde sığıntı gibi yaşamak…
Tıpkı iç savaştan kaçan Suriyeliler gibi…
Milyonlarca Suriyeli, büyük bir kısmı Türkiye’ye olmak üzere
farklı ülkelere dağıldılar…
Kimileri kamplarda, kimileri dileniyor…
Kimileri ise savaşmaktan kaçıp, burada keyif sürmeye gelmiş…
Kıyafetler marka, takıldıkları ortamlar ciks…
Sahiller, plajlar Suriyeli’den geçilmiyor…
Neredeyse dağdan gelip, bağdakini kovacak kadar yüzsüz birçoğu…
***
Yazla birlikte plajlardan sık sık
Suriyeli manzaraları gelmeye başladı mesela…
Kocaeli’nin sahillerinde, marina ile Büyükşehir Belediyesi
arasında kalan yeşillik alanda özellikle sıkça varlar…
Üzerlerinde marka kıyafetler, tarzlar o biçim!
“Eee ne var bunda..?
Bizim gibi onlar da tatil yapamaz mı, gezemez mi, tarz yapamaz mı?”
Hayır kardeşim yapamaz…
Evinde cenaze varsa yapamaz…
Vatanı yanıp tutuşurken ve bu yangını
söndürmek için Türk askerleri şehit olurken
onlar bu ülkede plaja da denize de giremez…
Kocaeli’nin sahillerinde, sokaklarında marka kıyafetlerle,
üst model akıllı telefonlarla gezemez…
İlimizdeki halı sahalarda top koşturamaz…
Biz Çanakkale’de 15 yaşındaki çocukları
şehit verirken onlar, sapasağlam bir şekilde
bizim ülkemizde, ilimizde keyif çatamaz…
Ama çatıyorlar işte…
Artık Türkiye vatandaşı olanlar bile var…
Beni yönetecek insanları seçecekler neredeyse…
Misafir olarak geldikleri ülkemizde, ev sahibi edasıyla
ona buna sataşacak yüzsüzlükteler…
Konya’da bir mekanı basacak kadar, polise
saldıracak kadar hem de…
Bunu yapanlara haddini bildirmiş vatandaşlarımız
gerçi ama mesele o değil, mesele yedikleri kaba
pisleyenler için çekilen zahmet, harcanan para ve
şehit olan askerlerimiz…
En acısı da bu ya…
Benim ülkemde yaşayan vatandaş çöpten
ekmek toplarken Suriye’den gelenler
lüks bir yaşam sürüyorsa kimse bana
“İnsanlık namına” demesin…
Önce kendi evindekine, sonra komşuya insanlık..!
---------
Kırılan oyuncaklardı
yerini biz aldık!
Çocuktuk, oyuncaklarımız vardı…
Oynarken keyif aldığımız…
Ama kırardık, parçalardık sonra da
bunu yapan biz değilmişiz gibi ağlardık…
İnsan sevdiği şeyleri kırar mı, çocukluk işte..!
***
Büyüdük, keyif veren şeyler artık
oyuncaklarımız değildi…
Oyuncakların yerini biz aldık…
Dostlarımız, sevdalarımız, yakınlarımızdı
zamanımızı kaplayan…
Bizi mutlu ya da mutsuz eden…
Ama “O çocukluk işte” dediğim huyumuzdan
vazgeçemedik… Bizi mutlu edenleri kırdık,
döktük, parçaladık…
Sonra da bunu yapan biz değilmişiz gibi
ağladık, sızlandık…
Oyuncaktı altı üstü, yerine yenisi gelirdi…
Ama sevdiklerimiz, dostlarımız gelmiyor geriye…
Bu yüzden de içindeki çocuk ölüyor,
yerine yerleşen acı, haddinden fazla büyüyor…
Ve biz kendimiz düşüp, kendimiz ağlıyoruz yine…
Ah etsen ne fayda…
“Kırmayalım, dökmeyelim; içimizdeki çocuğu,
ağlatmayalım” desem de nafile; insanın doğası
böyle…