Esra Aydın

Esra Aydın

Kopyala yapıştır

İnsan hayatı iki ya da üç perdelik tiyatro oyunu gibi sınırlı bir hikâyeden ibaret değil.

Daha doğmadan, çok öncesinde başlıyor.

Atalardan aldığımız mirasla birleşiyor ve şekilleniyoruz.

Yazının Devamı

Bir kova çöp: ŞİKAYET

“Bunu hak edecek ne yaptım?”

“Neden böyle şeyler benim başıma geliyor?”

Hangimiz hayatın bir dönemecinde bu soruları sormadık ki?

Yazının Devamı

Bir tutamak sorunu: INSTAGRAM

Birkaç gün önce dikkat üstüne okuduğum satırlarda sosyal medya kullanımının etkileri ilgimi çekmişti.

Yeni edindiğim bilgiler değildi elbette.

Ancak bilmekle uygulamak arasında zorlandığımız zamanlar oluyor.

Yazının Devamı

Sömürüyorum çünkü…

İnsanı evrenin merkezine alan yaklaşıma “antroposantrizm” deniyor.

Türkçede bilinen haliyle insan merkezcilik…

Çevrenin efendisi olduğunu düşünen insan için öncelikle kendi çıkarı önemli.

Yazının Devamı

Cimriliğin böylesi…

Başlangıçta edinilen bilginin sonradan edinilen bilgiye ağır basmasına “öncelik etkisi” deniyor sosyal psikolojide. Gündelik yaşamdan örnek verecek olursam henüz yeni tanıştığın birini içe dönük olarak kodladın ve sohbet ilerledikçe konuşkan olduğunu fark ettin. Ancak konuşkan olmak içe dönük şemamızla yan yana gelen bir özellik olmadığından ilk izleniminle nitelendirmeye devam ettin. Özellikle görür görmez sevdiğimiz ya da antipatik bulduğumuz kişiler hakkındaki izlenimlerimiz kendini daha kolay belli eder. İlk görüşte olumsuz bir izlenim elde ettiysek kolay kolay bu fikirler değişmez. Hani deriz ya “ağzımla kuş tutsam da yaranamıyorum” durumu. Öncelik etkisi denilen bu kavram bilişsel cimrilik ile açıklanıyor. Yani karşıdan ne kadar bilgi gelirse gelsin, genelde tek bir şeye odağı verip geri kalan ayrıntıları görmeden, ilk edindiğimiz izlenime sıkı sıkıya sarılarak yaşamak. Tüm bu zahmete girmeme hali, ön yargının kapı zilinde parmağımızı basılı tutmayı da beraberinde getiriyor. Hatalı genellemelere dayanan ön yargılar, esneklikten uzak peşin verilmiş hükümlerden besleniyorken, bir insanı kendi kurduğumuz denkleme keyfi olarak yerleştirip sonrasında da sağlamasını yapmaya çalışmak ne kadar nafile bir çaba. Bilişsel cimrilik beni birbirimize karşı oluşturduğumuz zihin resimleri üstüne düşünmeye itiyor. Her bir kişi için oluşturulmuş, sarsılmayacağına inancımızın tam olduğu çizimler dünyası. Zihnimizde oluşturduğumuz resimlerle odağımızı tek bir noktaya verirsek eğer geri kalan çoğu şeyi kaçırmaya başlarız. Zaten insanlar hakkında genel bir değerlendirme yapmak bizi kalıpların ötesinden başka bir yere de götürmez. İnsan değişen, gelişen, ilerleyen, büyüyen bir varlık. Hep aynı kalan yalnızca ölüler. Her şey bu kadar devinim halindeyken zihninde sabitlediğin birkaç veriyle insanı, insanları kalıplara oturtmak ve sonra beklediğin sonuçları elde edemeyince “Çok değişmiş, hayal kırıklığına uğradım” demek… Evet, değişiyoruz ki değişim her zaman eksi ya da artı yönlü de olmuyor. Dinlediğimiz müzikler, okuduğumuz kitaplar, pilavı pişirme şeklimiz, giyimimiz, beslendiğimiz noktalar, olaylara verdiğimiz tepkiler… Değişmek kötü değil. Esasen kötü ya da iyi diye bir sınıflandırma yapmayı da gerekli görmüyorum. Herkes ihtiyacı olan yoldan, yollardan geçiyor. Bazen girdiği yoldan kısa bir süre sonra sapıyor bazen de bir sürü yolu oluyor. İnsanız her halimizle. Tecrübe ettikçe, yaşadıkça ve gördükçe içimizde mevcut olan sayısız odayı keşfediyoruz ki bu odaların birçoğu karanlıkta ve onların farkında bile olmuyoruz açığa çıkarana dek. Yani içimizde aydınlığa kavuşmayı bekleyen sayısız yanımız varken, başkalarını analiz etmek ve sonrasında da bu tespitlere ömürlük bağlanmak ne kadar doğru? Yıllar önce aynı sıraları paylaşıp kep attığın, aynı iş yerinde çalıştığın ve belki aynı apartmanda oturduğun insanlarla bir geçmişinin olması, onları senin algıladığın, yorumladığın, gördüğün insan yapmıyor. Altı yıl önce tanıdığın arkadaşının buzluktaki et gibi öylece donup kalmasını bekleyemezsin. O zamanlar yaşamdan keyif almıyordu ama şimdi kat kat açılan bir gül gibi tüm potansiyelini açığa çıkarmış, hayata neşeli gözlerle bakan birine dönüşmüş olabilir. Kimsenin hikayesini bilemeyiz -ki bilsek de bizzat tecrübe eden kişi olmadığımız sürece anlamamız mümkün değil. Hatta benzer şeyleri yaşamış olsak bile, “Ben senin gibi yapmadım” deme hakkımız yok. Çünkü hepimiz bambaşka insanlarız. Birimizi yıkan, talan eden bir deneyim diğerinin gündem maddesi bile olmayabilir. Yaşamdan geçme şeklimiz o kadar farklı ki hiç kimsenin kimseye, “ben senin yerinde olsaydım” gibi bir cümleyle gelmesi anlamlı değil çünkü sen, “O” değilsin. Bu kadar basit.

Bir de lügatimize sıklıkla eklememiz gereken iki kelime olduğunu düşünüyorum; Banane ve SananeBeni ilgilendiriyor mu? Eğer cevap “hayır” ise banane demek, Seni ilgilendiriyor mu? Eğer cevap yine “hayır” ise sanane diyebilmek. Yaşamı ve ilişkileri oldukça kolaylaştıran bir pratik. Seni, kendi yarı sahanda kalmaya zorluyor, Üstüne vazife olmayan analizlerden ve yanılgılardan koruyor. Arada objektifimizi de temizlememiz gerekiyor; tüm yargılardan, eleştirilerden, durum tespitlerinden. Kirlenmiş bir kamera ile net fotoğraflar çekilemeyeceği gibi kalp ve zihin filtresi toz kaplamış bir kimsenin de olanı olduğu gibi görmesi mümkün değil. Kalbimizin sesini duyduğumuz, yalnızca olana şahitlik ettiğimiz ve herkesin yoluna, yolculuğuna, değişimine saygı duyduğumuz bir hafta olsun…

“Her şey değişir. Değişmeyen tek şey değişimdir.” Herakleitos

Yazının Devamı

Beklentilerden özgürleşebilmek mümkün mü?

Her insan zaman zaman fark edilmek, görülmek, beğenilmek, takdir edilmek ister. Bazen “eline sağlık”, bazen “harika” bazen de yalnızca bir tebessüm yeterli gelebilir. Peki, buna beklenti diyebilir miyiz ve beklentiye girmek normal mi? Hele ki sıfır beklenti, sonsuz mutluluk tariflerinin sıklıkla verildiği günümüz dünyasında. Geçenlerde sevdiğim bir psikoloğun yazısına denk geldim. Orada “zaten herkesten beklentiye girmeyiz, beklentiye girdiğimiz insanlar gerçekten değer verdiğimiz, zaman ayırdığımız birkaç kişidir” diyordu. Yazdıklarını kelime kelime hatırlayamasam da özeti böyleydi. Bu satırları okuduğumda biraz rahatladığımı söyleyebilirim. Çünkü zaman zaman zorlandığım konulardan birisi de beklentisizlik hali… Biliyorum yalnız değilim, çok fazla insan var beklentilerini yontmaya çalışan. Neden yontmaya çalışıyoruz? Cevabı oldukça basit… Daha mutlu bir yaşam için.

Yaptığın her işi karşılık beklemeden, sadece yapıyor olmak öyle rahatlatıcı ki… Kimseden teşekkür bile beklemeden, yalnızca eylem hali. “Bu iyi bir şey mi?” ya da “Nezaket nerede?” “Canım hiç mi bir şey beklemeyeceğiz?” gibi sorular sorduğunu duyar gibiyim. Yaptığın iş her neyse bunun karşılığında bir teşekkür edilmiyorsa, işin aslı şu ki bu senin sorunun değil, hatta ortada bir sorun yok. Herkes kendi davranışından, eyleminden sorumluysa ben yalnızca yapmam gerekeni keyifle yapar ve dış etkenlere bel bağlamam. İşin sonucunda gelecek olan takdir ya da alkış benim motivasyon kaynağım oluyorsa, karşılanmayan her beklentimde de mutsuz olmayı garantilemiş olurum. Düşünsene bir başkasının etmediği teşekkür, göstermediği incelik, vermediği selam sana dert oluyor ve senin davranışlarını şekillendiriyor. Öyle ki “günaydın” dediğin için kendini kötü hissediyorsun çünkü karşıdan sana gelen bir yanıt yok. Günaydın derken sana karşılık verileceğini bilerek adım atıyorsun yani sonucunu planlayarak hareket ettiğin bir eylem. Beklediğin karşılık gelmediğinde ise kafada kurma dediğimiz durum ortaya çıkıyor. Zihinde başlayan konuşmalar, hatta bu duruma şahitlik etmesi için başkalarının da hakem olarak konuya dahil edilmesi ve derken başını yastığa koyduğunda seni uykundan alıkoyan didişme halleri. Ne kadar yorucu değil mi? İnsanın kendi kendine yaptığı eziyeti bir başkası yapmıyor. Çok sevdiğim hocam Çetin Çetintaş “beklenti bir delilik hali” demişti. Ne zaman beklentiye girsem deliliğe kapıldığımı hissediyor ve silkeleniyorum. Yaşamdan aldığın keyfi azalttığın, atacağın adımları sürekli hesaplayarak attığın ve doğal olarak sürece değil sonuca odaklandığın bir hal beklenti.

İnsan neyin üstüne düşünür ve neye enerjisini verirse orayı büyütür. Büyüttüğümüz her şey yaşantımızın bir parçası haline gelir. Peki, kısıtlı yaşamlarımızın olduğunu da hatırlarsak böyle bir enerji hırsızlığına gerek var mı? Bana öyle geliyor ki sorunumuz kendimizi kare, üçgen ya da kesin inançlarla oluşturduğumuz kalıplara sokmamız ve bu kalıplardan da sonsuz potansiyel bekleme halimiz. Oysa bir şeye karşı olan beklentisizlik hali sonsuz olasılıklara izin verebilmek demektir. Kesip biçmeden, budamadan. Ne zaman kendi üstümüzdeki beklentileri kaldırmaya niyet ederiz o zaman başkaları yoluyla kendimizin daha alt katmanlarına inebilmeye de cesaret etmiş oluruz. Çünkü bir başkasından beklentisi olanın aslında kendisinden beklentisi vardır ve bu beklentiler zihnimize attığımız tohumlardır her gün birileri tarafından sulanan. Zihnimizdeki tohumları fark ettiğimiz, kendimize yaklaştığımız bir süreç olsun.

Yazının Devamı

Yaşama Her Haliyle ‘EVET’

Merhaba güzel ruh,

Umarım iyisindir. Bu satırlarda yeniyim ve belli ki bir süre buralarda olacağım. Yaşam bir davette bulundu, davete icabet etmek gerekir diye düşünüp yola koyuldum. Bazen bir çağrı aldığını hissedersin ve onu tam olarak duyabilmen için kulak vermen gerekir. Ben de öyle yapıyorum. Duymaya, görmeye ve kalp bağlantımla bir olmaya niyet ettiğim bir süreç diyebilirim.

Zaman zaman seninle burada buluşacağız. Yaşam pratikleri ve kişisel gelişim üzerine konuşacak; elimde olanı paylaşıyor olacağım. Kimi zaman filmlerle, kimi zaman filozofların bakış açılarıyla ve bazen de kişisel tecrübelerle tatlı bir seyir halinde olacağız. Bir gün nefes pratikleri yaparken diğer gün sadece dururken bulabilirsin kendini.

Yazının Devamı