İttifaklarla ayrışan siyaset
Siyasetten anlamadığımı bu yazıda ispatlamaya çalışmayacağım. Siyaset okumalarım için insanlara zaman veririm. Yine bir seçim sath.ı mayilindeyiz. Tabir yanılmıyorsam Demirel'e ait. Hayli "kaygan bir zemin". Bugün bu kaygan zeminden söz edeceğim. 1 Nisan Pazartesi'yi sayısal hesaplar üzerinden okuyanlar okuyadursunlar. Bizim memlekette siyasetten anlamanın karşılığı "sonuçları tahmin etme" ve "nasıl bir taktik izlenirse hangi sonuçlar alınır" şeklinde kendi içinde ikiye ayrılır. Kısaca siyaset, toplumun ve ülkenin sorunları ve ihtiyaçları için çözüm üretmek seçim de bu üretimi yapmaya aday olanların doğal süreçte görevlendirilmesi şeklinde de tanımlanabilir.
Bizim memleket, demokrasiyi sonradan gördüğü için midir bilmem seçimleri çok sevdi. 90'lar, koalisyonların kısa ömürlü hükumetleriyle ve erken seçim kararları ile çok yorgun düşmüştü. Üç aylık ömrü olan hükumetler gördük. Başkanlık sürecini tartıştığımız günlerin önemli argümanlarından biri de bu istikrarsız dönemlerdi.
Bugünkü görevim, bizi 31 Mart'a hazırlayan koşulları hatırlatmak. 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, 2015'te iki genel seçim. Haziran'da olağan seçim, özellikle MHP'nin koalisyonlara karşı peşin rezervleri nedeniyle de Kasım seçimleri. 15 Temmuz 2016 sonrası tüm geleneksel davranışları göz ardı etmeye yönelik bir tolerans zemininde MHP ve AKP dirsek teması ve işbirliği ile 2017 Anayasa Referandumu ile seçmenin sandığa çağrılması. Referandum'da alınan sayısal sonucun verdiği imkan ve referandumla kabul edilen yasal kazanımların hayata geçirilmesi gerekçesiyle Haziran 2018 "erken" Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi. Yani millet son beş yılda beş kez sandığa gitmiş.
Son beş yılın geleneksel Türk siyasetinden ayrışan yönlerini unutmayalım. Daha önceden de ortak listeler ve seçim ittifakları olduysa da meclise girince her parti kendi grubunda veya parti logoları ile siyaset yapma alışkanlığında idi. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun aday olarak önerilmesini ve sürece katılanları hatırlayalım, tatile tutunup sandığa gelmeyen beş-altı milyon seçmen tavrını. Tabela partisi olsa da yıllarca bir dava disiplini ile hareket eden partilerin "ideolojik seçmen" dirençlerini ölçtük bu süreçlerde.
Tutmadı dendi ama sonucu hatırlatayım, Erdoğan 51.79 ile cumhurbaşkanı olmuştu ve seçime katılım oranı yüzde 73.72 idi. 2015 Mayıs seçimlerinde bu oranın 86.64 olduğunu hesap edersek kazananın ve kaybedenin bilebildiği ince çizgi çok aşikar. Bu seçimle birlikte ciddi anlamda iki kutuplu seçim stratejileri de denemiş oldu. Kişisel görüşümü söyleyeyim, Ekmeleddin İhsanoğlu olabilecek en zayıf isimlerden biriydi, CHP bugün de yaptığı siyasi manevranın daniskasını yapmıştı ama isim doğru değildi. Fakat o referandum bile bugün için bir işlev gördü. Kılıçdaroğlu'nun "tıpış tıpış gelecekler" dediği zorlu CHP seçmeni önemli ölçüde ezberini bozdu.
Haziran ve Kasım 2015 seçimleri ekonomik ve siyasal "istikrar" vurgusunun karşılık bulması ve sayısal olarak yenilmese de yanlış strateji ile cumhurbaşkanlığını Erdoğan'a kaptırmış olan muhalefet toparlanamamış olması kazanan tarafın peşin kabulü ile yaşandı. Haziran'da "muhafazakar" ve "milliyetçi" kesim iktidara "ince ayar" verdi, hepsi o kadar. Fakat bu seçimde de azımsanmayacak bir seçmen hareketliliğini unutmayalım, yabana atmayalım.
2017 Referandumu adıyla sanıyla tarafların aşikar edildiği bir kalıcı işbirliğini işaret ediyordu. MHP ve AKP aylar önce ciddi bir eylem planı hazırlamış ve benim aylar önce "tüm maddeler meclisten geçer ve en geç bir yıl içinde erken seçim olur" dediğim üzere tıkır tıkır işledi.
"Bahçeli Erdoğan için bir oyun hazırlıyor" diyenler hala kafasını kaşıyor. Bu işbirliği "sıfır risk" üzere planlanmıştı. Adını ileride kalıcı olarak "beka meselesi" olarak koyacakları bu sözleşme iki seçimde test edildi. İkisini de kazandı. Fakat "farkında olmadan" bugünler için bir misyonu da yerine getirmiş oldu; milliyetçi ve muhafazakar seçmen arasında "hayır" tarafına geçenler ve "Cumhur" tarafını tercih edenler.
Unutanlar için hatırlatayım, 51.41 "Evet", ve katılım oranı 85.10.
Veee gelelim 2018 "erken" genel seçimlerine ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tersine MHP aday çıkarmadı ve Erdoğan'ı destekledi. Çok büyük bir riskti aslında. İttifak en radikal kararını almıştı. Milliyetçi kanattan bir parti daha çıkmış, MHP'nin muhalefet rolünü üstlenmeye çalışıyor, CHP önceki seçim deneyimlerinin geçişkenliğini bir kez daha denemek istiyordu.
2018 seçimlerinin en büyük sürprizi Karamollaoğlu'nun çıkışları ve örtülü patronajı idi. Milli Görüş topa girmişti resmen. 2017 referandumunda "hayır" tercihindeki çekinikliğini atmış ve "bizi dinlerseniz kazanırız" noktasında idi. Gül'de karar kılınmıştı. Akşener istemedi, Gül de çıkamadı. Boşluğu gören İnce sağlam lobicilik fırsatını değerlendirdiyse de heyecanına yenik düştü. Millet İttifakı esasen dağıldı. Bu kadar zor koşullara rağmen Erdoğan 52.29 ile kazanan taraf oldu. Seçmen yılmadı, yorulmadı, katılım 86.24. Hayret ki hayret.
31 Mart geldi çattı. Saadet son genel seçimde olduğu gibi çekingen kalmayı ve kendi adayları ile yola devam etmeyi deneyecek. Temel dayanak, değişim sürecine geçildiği için AKP sonrası bir sığınma limanı ve bir oluşumun mayası olarak yerini korumak istiyor sanırsam.
Siyasette yarını bilemeyiz ama yukarıda anlatmaya çalıştıklarıma bakılırsa siyaset beş yıldır iki kutuplu yürüyor zaten.
Siyasetin geleneksel kodları değişti. Artık seçimlerde partisinin logosunu görmeyen seçmenin neler yapabileceğini deneyecek noktaya geldik. Bu durum en çok AKP iktidarı için bir risktir öncelikle. Ne şanslı Erdoğanmış ki CHP güncel siyasetin gereklerini çok geç anladı veya "muhafazakar" seçmeni dışarıda tutarak yol alınamayacağını "anlayamadı".
Kısmi kazanımları ve sürpriz değişimleri göreceğiz ama bu seçim mahalli seçim olmasının ötesinde bir işlev de görecek. Önümüzdeki yıllar çok daha radikal geçişlerin olacağı ve açık açık iki adaylı başkanlık yarışlarının yaşanacağı günleri hazırlıyor. 1 Nisan'dan itibaren Cumhur İttifakı heyecanı ve motivasyonu topluma yansımayacağını ve bu ittifakın karşısında bir arayış evresine geçileceğini düşünüyorum.
Kılıçdaroğlu gördüğü göreceği son seçimi yaşayacak ve artık aktif siyaset dışına çekilmek zorunda kalacak. Bu bahar, Akşener'in kritik süreçlerde yeterince risk alamamış olması ve parti politikasının 90'lar siyasetine denk düşmesi nedeniyle bir merkez partiye dönüşme imkanını daha da yitirdiğini gösterecek.
Özetle ihtiyaç halinde strateji belirleyecek ve dinamik işbirliğine uygun iki yeni parti olasılığı ya da ne kadar mümkünse "Yeni CHP" ve AK Parti alternatifi bir "Yeni Merkez" konuşulacak.
Bütün bu akıl oyunlarını geçtiğimiz beş yıl üzerinden okumak mümkün. Siyasetten hiç anlamadığım için cesaretli bir örnek vermek istiyorum. Bu pazar cumhurbaşkanlığı seçimleri olsa ve aynı seçimde yerel seçimleri de yapacak olsak. Cumhur ittifakının karşısına bugün iktidara muhalif görünen kesim yani adına eski "Millet İttifakı" diyelim, hangi parti logosu altında girse yurt genelinde neredeyse tüm il ve ilçe belediye başkanlıklarını kazanırdı?
Seçmenin ihtiyacı ile partilerin ihtiyaç analizleri örtüşmediği sürece sandık hesaplarını kayıp ya da kazanç olarak değerlendirmeye mecbur kalırız. Dün masa başı hesapları seçmeni sandığa kolay kolay çekemezdi belki ama bugün seçmen her türlü rasyonel hesaba uygun hale getirilmiştir. Seçim sath.ı mayili hiç bu kadar kaygan olmamıştı. Yüzde 50+1'i bulmaktan daha zoru 50+1'i korumak noktasına gelindi.
Siyaset zor bir zanaat.