Kendime ait düşünceler
Siyaseti, birileriyle konuşmaktan çok tartışmak sandığım dönemlerim oldu. Kendi inandıklarımı daha doğru kabul ettiğim, okuduklarımın mutlaka...
Siyaseti, birileriyle konuşmaktan çok tartışmak sandığım
dönemlerim oldu.
Kendi inandıklarımı daha doğru kabul ettiğim, okuduklarımın mutlaka
okunması gerektiğini düşündüğüm, sadece fikirlerimi destekleyen
yayınların peşinden gittiğim yıllar geçirdim.
Ateşli diyaloglar, öfkeyle söylenmiş cümlelerle doluydu.
‘Onlar’ ve ‘biz’ ayrımı
keskinleştikçe, kim olduğumdan çok, neye inandığım öne
çıkıyordu.
Oysa bugün fark ediyorum ki, bana ait sandığım onca fikir, aslında
başkalarından ödünç alınmıştı.
Bir ideolojiye tutunmak, bir inanca sahip olmak kadar
katı ve sarsılmazdı zihnimde.
Kırmızı çizgilerim,
başka düşüncelerin filizlenmesine imkân tanımayacak kadar
sertti.
Esnemezdi; ancak kırılabilirdi.
‘Benim doğrularım’, ‘ötekinin gerçekleri’yle çatışmaya ve daha en başından onları reddetmeye hazırdı.
Zaten hep böyle değil midir?
Top oynadığımız, ip atladığımız mahallenin çocukları olarak
büyürüz.
Kimimiz muhafazakâr, kimimiz demokrat bir ailenin sofrasında
otururuz.
İşçi ya da memur sınıfına ait bir evde, kendi küçük
gerçekliğimizi öreriz ve bugüne geliriz.
Görüp görebileceğimiz en büyük zenginlik, belki de sadece şehir
dışına çıkabildiğimiz birkaç akraba tatilidir.
Zihnimizdeki ‘deniz’ ya da ‘büyükşehir’ imgesi, ancak bir çocuğun
hayal edebileceği kadardır.
Böyle böyle büyür çocuklar.
Yetişkin olur, kalıplara sığdırılır.
Hayallerin yerini birilerinin fikirleri alır.
Umutların yerini korkular,
Anlayışın yerini ise hırs...
Tüm bir çocukluk, yerini yetişkinliğin koşuşturmasına
bırakır.
Yaşam, artık sadece kendini ve aileni garanti altına alma çabasına
dönüşür.
Her birey bir basamak daha yukarı çıkmak ister ama bir gün o
basamakların da tükeneceğinden habersizdir.
İsteklerin arsız olduğunu unuturuz.
Arzuları baş köşeye alır, hırs ile azmi karıştırırız.
“En değerli sensin” cümlesi kulağa hoş gelse de
bir yanılsamadır.
Çünkü herkes, yalnızca kendi hayatının merkezindedir.
Her birey, bir dünya; bir yıkım, bir inançtır.
Son yıllarda sıkça şunları düşünür oldum:
“İyi bir insan nasıl olunur?”,
“Başarı nedir?”,
“Güzel yaşadım diyebilmek için ne yapmalı?”,
“Bu düşünceler gerçekten bana mı ait?”
Doğruyu ve yanlışı vicdan terazimde rahatça tartabiliyorum.
İşime geleni değil, canımı sıksa da doğru olanı
söyleyebiliyorum.
Gerçeği, olduğu haliyle seviyorum.
Ne bir adamın ne bir kadının ne bir liderin ne de bir
ideolojinin kılığına bürünmesini istemiyorum.
Gerçeğin kendisini, çıplak hâliyle görmek
istiyorum.
Belki de bu yüzden, insanı anlamaya çalışan disiplinlere yöneliyor hem akademik hem kişisel okumalarımda beşeri bilimlere daha fazla yer veriyorum.
Ama bu ülkede, bu alanlar pek kıymet görmüyor.
Diplomalar sadece bir işe giriş bileti sayılıyor.
“Okudun da ne oldu?” sorusu hem küçümsemenin sesi
hem de sistemin yarattığı isyanın yankısı gibi...
Ne tuhaf, değil mi?
Kendi tercihimizle yürüdüğümüz yollar bile, başkaları tarafından
yeterli bulunmuyor.
Azımsanmak, çoğu zaman kişisel bir eksiklikten değil, doğduğumuz
coğrafyanın gerçeğinden kaynaklanıyor.
Zamanla insan bunları da kabullenmeyi
öğreniyor.
Siyasetin kaypaklığını görüp
gülümsüyor,
Ekonominin dengesizliği karşısında cambaz gibi dengede durmaya
çalışıyor,
Yüzüne kapanan kapılara aldırmadan yenilerine yöneliyor,
Bir günde fikir değiştirenlere ise artık hiç şaşırmıyor.
Velhasıl, insan isterse, ömrünün herhangi bir yerinde çok şey
öğrenebiliyor.
Kimisi her devrin adamı ya da kadını olmayı tercih
ediyor,
Kimisi ise hiç okunmayacak şiirlerini yazmaya devam
ediyor.
Ne olamadığın değil, nasıl bir insan olmayı seçtiğin artık daha dikkate değer geliyor bana.
Bugün geriye dönüp baktığımda, en büyük dönüşümün fikir değiştirmekten çok, kendimle daha dürüst bir ilişki kurabilmekten geçtiğini anlıyorum.
Ne savunduğum ideolojiler ne ardına sığındığım doğrular mutlak
değildi.
Asıl mesele, hakikate açık kalabilmekteymiş.
Artık kim olduğumu, neye inandığımı ve neye ihtiyaç duyduğumu daha
berrak görebiliyorum.
Herkesin bir hikâyesi var ve bu hikâyenin içinde
ne olduğumuz kadar, neye dönüştüğümüz de
önemli.
Belki hâlâ her şeyi bilmiyorum ama artık bildiklerimin bana ait olup olmadığını sorgulayacak cesaretim var.
Ve bu da sanırım, iyi bir başlangıç.