“Yıkılıyorum” diye haykıran binaya vatandaşı kim neden gönderdi?

Yılmaz Karabıyık

Yılmaz Karabıyık

Tüm Yazıları

Evet bu ülkede insanların can güvenliği maalesef yok!

Canlı bombalı terör saldırısında insanlar ölüyor, dönemin Başbakanı, “Elimizde canlı bombaların listesi var ama eylem yapmadan tutuklayamıyoruz” diyor!

Madende insanlar göçük altında can veriyor, yakınları öfkeyle isyan edince yerde tekmelenebiliyor!

Otelde yangın çıkıyor, insanlar diri diri yanarak can veriyor, işini adam gibi yapmayanlara hiçbir şey olmuyor!

Depremler oluyor, depremin değil, binaların öldürdüğünü bilmemize rağmen yıkılıyoruz, enkaz altında can vermeye devam ediyoruz! Bizi kurtarmalarına sıra gelmediği için enkaz altında günlerce can çekişip, göç ediyoruz! Ve imar barışını çıkaranlardan, kentsel dönüşüm yapmayanlardan, bizi enkaz altında günlerce tutanlardan hesap soramıyoruz!

Yolda yürüyoruz, enerji dağıtım firmasının ihmali, belediyenin vurdumduymazlığından dolayı çarpılarak ölebiliyoruz! Ölen öldüğü ile kalıyor!

Üzerimize dal düşüyor bazen, bazen kapatılmamış bir çukurdan sebep kaza yapıyoruz ve yine ölüyoruz! Ama sadece ölüyoruz!

Dimdik viyadük yapıyoruz, ağır taşıtların girişini denetlemiyoruz, freni patlıyor, hiçbir şeyden habersiz tedavi olmaya gittiğimiz aile sağlık merkezinde ya da trafik ışıklarında beklerken ölüyoruz! Sorumlu mu, viyadüğü değil, kazayı yapan!

Hızlı treni, mevcut raylarda sürmeye kalkıyor, trene kobay gibi biniyor ve ilk denemede raydan çıkan vagonlarda can veriyoruz! Raylar uygun hale getirildikten sonra YHT başlıyor, biz ise öldüğümüzle kalıyoruz!

Yani biz bu ülkede gerçekten şansa yaşıyoruz!

Saymakla bitmiyor, o kadar çok örnek var ki!

*

Bu acı tecrübelere dün bir yenisi Kocaeli’nin Gebze ilçesinde eklendi!

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Gebze’de 7 katlı görünen ancak dubleks 4 kattan oluşan 60 metrekare civarında genişliğe sahip bir bina, kendi kendine çökerek, 5 kişilik aileden 4’üne mezar oldu!

Üzüldük, canımız acıdı ve de kendimiz, ailemiz için korktuk!

17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nden çok zaman sonra yapılmış, yani deprem görüp hasar almamış, deprem yönetmeliğine göre inşa edildiği düşünülen 12 yıllık bir binaydı çöken çünkü!

İnsanlar uyurken bir sarsıntı dahi hissetmeden, uykusunda sonsuz uykuya dalmıştı.

Bu, bize oturduğumuz binaları sorgulattı!

Deprem görmüş binlerce bina ayaktayken ve bizler olası bir depremde bu binaların yıkılabileceğinden tedirginlik duyarken yeni binaları tercih ederken 12 yıllık deprem görmemiş bir bina yıkılıvermişti!

Burada müteahhidin hatası varsa belediyenin de yapı denetim firmasının da hatası vardı!

Bu binada bu hatalar yapılıyorsa bizim binamızda da yapılmış olabilirdi!

Oysa asrın felaketini yaşamış bir kentte, depremden sonra yapılan her binanın en sıkı şekilde denetlendiği düşüncesindeydi toplum! Çünkü yıkılmıştık, bir daha göz göre göre yıkılamazdık! En azından yeni binalarda bu olamazdı!

Ama olabildiğini dün görmüş olduk!

Peki, bu müteahhit hatasından kaynaklı mıydı?

Denetlenmemiş miydi bina, deprem yönetmeliğine uygun yapılmamasına göz mü yumulmuştu? Böyle bir şey, bu kentte olabiliyor muydu?

Korkmakta haklı mıydık?

Eğer kamuoyuna açıklarlarsa unutturmazlarsa ve unutmazsak bilirkişi raporu, bunun sebebini ortaya koyacak!

Yıkım, iddia edildiği gibi metro inşaatından mı, zeminin su almasından mı, deprem yönetmeliğine uygun yapılmamasından mı, kolon kesilmesinden mi sebep yaşandı ortaya çıkacak!

Sorumluluk kimdeyse ondan hesap soracağız!

Lakin burada çok daha acı olanı, çok daha ağır olanı bina, bir gün öncesinden belirti vererek “çöküyorum” dediği halde binada kalan insanların olabilmesi!

Eczanenin bulunduğu zemin katın kenarlarındaki metaller üstten baskı yapılmışçasına yamulmuş, zemin kaplamasında kırılmalar, kalkmalar olmuş!

Belli ki binanın zemininde bir sıkıntı var, bir şeyler oluyor, bu çok net!

Eczacı, durumu binayı yapan müteahhide bildirdiğini söylüyor, müteahhidin ise konuyu belediyeye bildirdiğini, gerekli incelemenin yapıldığını ve bir sıkıntı olmadığının belirtildiğini söylediğini iddia ediyor!

Şimdi burada iki ihtimal var!

Birinci ihtimal müteahhit durumu Gebze Belediyesine bildirmedi, kendi gözle inceleme yaptı, kolon ve kirişlerde, duvarlarda çatlak görmeyince bir sorun olmadığına kanaat getirip, “Sorun yok” diyerek vatandaşları yanılttı!

İkinci ihtimal ise müteahhit durumu Gebze Belediyesi ekiplerine bildirdi, ekipler gözle ya da kolon ve kirişlerden numune alarak binanın sağlam olduğuna kanaat getirdi, zeminde bir kayma ihtimali net şekilde ortadayken bunu göz ardı edip, binayı mühürlemedi!

Öncelikle bu “Çöküyorum” diye bağıran binaya karşı vatandaşı sağır edip, cesaretlendirip dairesine gönderen kim?

Evet, bu binanın yıkılmasının ardında bir ihmal illa ki var, bu çöküşün bir sebebi var; ama “Yıkılıyorum” diye bağıran bir binaya “Hayır yıkılmıyorsun” demenin ne gibi bir sebebi olabilir, kamuoyuna bunu açıklayın!

*

Yıkım sonrası dikkat çeken bir başka konu ise arama kurtarma çalışmalarının 19 saate yakın süre devam etmesiydi!

700’e yakın arama kurtarma ekibiyle birlikte 900 küsür kişi, enkazdan 5 kişiyi çıkarmak için yoğun çaba harcadı. 6 tane de köpek kurtarma çalışmalarında yer aldı. Her türlü ekipman seferber edildi.

Önce 2 çocuğun cansız bedenlerine ulaşıldı, ardından 18 yaşındaki Dilara’nın enkazdan sağ çıkarıldığı haberi geldi ancak anne ve babanın cansız bedenlerine 19 saat sonra anca ulaşılabildi.

Belli ki onca ekipmana, ekibe rağmen yıkılan binadan insan çıkarmak zor!

Belli ki olası büyük bir depreme hazır değiliz, yıkılacağız!

Peki o zaman ne olacak? Kaç saatte kaçımız kurtulacak, kaçımız beklerken can verecek?

Yıkılandan can kurtarmak zor, yıkılmayanı yapın artık!