Saadet Sevinç Doğan

Saadet Sevinç Doğan

Annem her yerde

Pimm van Hest birçoğumuzun kelimelere dökmekte zorlandığı bir gerçeği koyuyor önümüze. Hem de usulca ve incitmeden. Küçücük bir çocuğa annesinin öldüğü nasıl anlatılır? Hele de soyut ve somut kavramları ayırmak için daha erken bir dönemdeyse ve ölüm kavramı ona çok uzaksa. Cevabını vermekte zorlanıyorsunuz değil mi? Aynen, ben de öyle. Oysa öğretmenlik mesleğini bir yıl yapan ve ardından psikoloji eğitimi alan yazar bu acı gerçeğe dokunuyor hepimizin adına. İyi de yapıyor.

Hepimiz en temel insani refleksiyle acıdan kaçarız değil mi? Ama bildiğimiz bir diğer gerçek de bazı acıların zamansız kapılarımızı çalabileceği. Belki de yaşamın içindekileri kabule geçmekle başlamalıyız acıyı konuşmaya. Yarının ne getireceğini bilmediğimiz gibi çocuklarımızın neleri yaşayacağını da bilmiyoruz. Belki de en büyük hatayı onları her şeyden uzak tutmaya çalışırken yapıyoruz. Özellikle şehirlerde yaşayan çocuklar doğanın döngüsü hakkında pek de fikir sahibi olamıyorlar. Ya da fikirleri olsa da deneyimleri olmuyor. Bir canlının doğumuna tanık olamıyorlar, yine bir canlının ölümüne olamadıkları gibi. Ya da en basit haliyle doğal seleksiyon hakkında gördükleri ve düşündükleri yok. Yaşam ve ölüm dengesini kuramıyorlar. Elbette niyetim suçlu aramak değil, bu haddim de değil; sadece yaşamı tamamen kavrayamadığımızdan dem vuruyorum. Belki de bu nedenle çok daha kırılgan yaşamlarımız. Ölümle hayatında ilk defa morg önünde karşılaşan bir insan hayatının en büyük yıkımını yaşıyor haliyle.

Şimdi bunları yazarken aklıma Eşkıya filmindeki ölüm sahnesi geldi. Ne demişti orda oyuncu ölmek üzere olan Cumali’ye; “... korkma sadece toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin oradan özüne ulaşacaksın, çiçeğin özüne bir arı konacak, belki, belki o arı ben olacağım.” Çok etkilenmiştim bu sözler karşısında. Ama atladığımız şu var, bu film yetişkinler için uygundu. Yani elimizde çok daha kırılgan ve bir o kadar da yaratıcı başka dostlarımız var. Onlar da çocuklar. Mesele bunu onlara nasıl anlatacağımızda. Ölümün ardındaki yokluğu en fazla hissedenler çocuklar çünkü. Küçük yaşta anne-babasını kaybeden çocuklara toplumun bakışı da eklenince öksüz ve yetim sıfatlarıyla işler daha da zorlaşıyor. Her iki sıfatı da sevmiyorum; öncelikle bunu belirtmek istiyorum. İnsanları eksikleri üzerinden tanımlamayı da sevmiyorum. Evet duygusal bir toplumuz ama yaraları sarmak eksik olana sürekli yapılan vurgu üzerinden olmuyor maalesef. Aksine bu başka yaralara da sebep olabiliyor.

Yazının Devamı

Babam ve Ben

Elimdeki kitapta yazılanlardan ziyade resimlerini sevdim dersem çok mu ileri gitmiş olurum? Ama aynen böyle. Tam da resimlerinden yakalayan ve içimi ısıtan bir kitap Babam ve Ben. Tudem Yayınları tarafından basılan, Türkçe’ye Sibil Çekmen tarafından çevrilen kitabın yazarı Patrick Modiano. Resimlerinden okuru yakalayan kitabın resimleyeni ise Jean-Jacques Sempe. Kapağında bir baba omzunda kızını taşıyor narince. Kız tüm özgüven ve memnuniyetiyle bakıyor önüne. O kadar emin ki babasından, düşebileceğine dair hiç endişe yok yüzünde ve duruşunda. Sadece kapak resmi bile kocaman bir sayfa söz eder. Tüm çocuklar için, hele hele de kız çocuklar için nasıl da özel bir ilişkidir babalarıyla olan ilişkileri.

Kitap 2014 yılı Nobel Edebiyat Ödülü almış. Bence ziyadesiyle hak ediyor bu ödülü. Dans ederken gözlüğünü sandalyeye bırakan öğrencisinden yola çıkıp kendi çocukluğuna giden kitap kahramanı bizleri de bu güzel serüvene konuk ediyor. Tam da böyle değil midir anılar? Hiç beklemediğimiz küçücük bir obje bazen bizi çocukluğumuza götürmez mi? Bir küçücük imge bize kocaman bir geçmişi taşımaz mı? İşte kitaptaki kız Catherine de bu imgeden kendi çocukluğuna ve babasıyla geçirdiği güzel günlere gidiyor aniden. Annesinden ayrılan ve babasıyla Paris’te kalan küçük kız ile babasının sıcacık öyküsü tüm olumsuzlukları bertaraf ediyor. Elbette anne niye gitti? Neden çocuktan ayrı kaldı gibi sorular dönüyor zihnimizde. En çok da kültürel tarafımızdan çağırıyor bu sorular; ama baba kız diyaloğu öylesine sıcak ve güzel ki, biz sadece onların halesinde geziyoruz kitap boyunca.

Dans etmeyi seven ve dans ederken gözlüklerini çıkaran küçük kız bundan hiç rahatsızlık duymuyor. Yani gözlük takmak onun için sorun değil. Bu sorun olmama halinde babasının da bakışı gizli. Tam da böyle olmaz mı? İnsanlar hayatlarındaki artı veya eksi diye tanımladıkları şeyleri en çok da çocukluğunda kendisine verilen referanslar üzerinden tanımlamaz mı? İyi ve kötü de bu dönemde netlik kazanmaz mı? Kısacası hayatı algılamamız veya hayata verdiğimiz değer en çok da çocuklukta bize verilen değerde saklı değil midir? Herkes kendi kişisel tarihine geri dönsün. Bugün kendisine iyi gelen ne varsa oralarda değil midir izleri? Bu nedenle gelişmiş ülkelerde çocuğun ilk gelişim aşamasında anne-babaya kolaylıklar sağlanmaz mı? Özellikle anneye çocuğuna bakma ve bu dönemde özlük hakları saklı kalarak maaşını alma hakkı sunulmaz mı? Nedendir acaba? Ekstra gider hanesini doldurmak için mi hükümetin, yoksa geleceğine sahip çıkma mı? Elbette ikincisi. Kitabı okurken ister istemez çağrışımlarıyla da uğraşıyorum ve kelimeler bunun için akıyor klavyeden ekrana.

Yazının Devamı

Kitaplardan Korkan Çocuk

Kapağında önündeki kitaba ürkerek bakan bir çocuk olan “Kitaplardan Korkan Çocuk” Susanna Tamaro tarafından kaleme alınmış. Evet evet yanılmadınız isim size de tanıdık geldi değil mi? “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” kitabının yazarı aynı zamanda. Açıkçası ben çocuk kitapları yazdığını bilmiyordum. Can Çocuk tarafından basılan ve Türkçe’ye Eren Cendey tarafından çevrilen kitap oldukça güzel ve kıymetli.

Zaman zaman hepimizin düştüğü yanlışlara değiniyor kitap bir yönüyle. Çocuklarının kitap okumasını isteyen iyi niyetli bir çift var karşımızda. Yalnız istemenin ötesinde çocuklarını tanımak için yeterli çabayı sarfetmemiş bir çift aynı zamanda. Yazık olan aslında kendi okuduklarını da içselleştirmemiş olmaları. Yani büyükler her zaman doğruyu bilemiyor maalesef. Okumanın niceliksel bir şey olmadığını bilemiyor mesela baba. Çocuğuna ağırlığı kadar kitap okuması için belirli bir süre veriyor. Oysa ne istediğini sormuyor çocuğa veya okumaya neden direnç gösterdiğini.

Anne de sadece çocuğunun dersleri kötü olduğunda onu alıp doktora götürüyor ve doktorun tanısı üzerinden yanlış uygulamalara başlıyor. Kimse çocukla neden okumak istemediği üzerine konuşmuyor, sadece kendi doğru bildiklerini sıralıyorlar. Bunlar da haliyle varolan durumu daha da kötüleştiriyor. Çünkü aslında çocuk için okumak tam bir kabus ve bunun başka bir sebebi var. Çocukları için en iyisini yapmak isteyen anne baba ona en büyük kötülüğü yapıyor işte.

Yazının Devamı

Alev Saçlı Çocuk

Elimdeki kitabın sayfalarında gezinirken aklıma bir başka kitap ve yazar geliyor. Sanki bakış açıları, niyetleri, vermek istedikleri mesaj veya yaralandıkları yerler aynı gibi. “Alev Saçlı Çocuk” Christine Nöstlinger tarafından yazılıp Huban Korman tarafından resimlenmiş. Ama okurken aklıma daha önce okuduğumuz Ursula K.Le Guin’in Kanatlı Kediler Masalı geldi. Elbette konular farklı ama ikisinde de aynı notadan çıkan sesi duyar gibiyim. Sanki farklı şekillerde yaralanmış yerlerine aynı merhem iyi geliyor gibi. Garip ama hissettiğim tam da bu.

Öncelikle neden böyle bir hisse kapıldığımı belirteyim. İkisinde de iyi ve kötü insanların varlığından bahsediliyor ve ikisinde de daha iyi, güzel ve ütopik bir mekan arayışı var. Bu mekan terk ettikleri yerden çok daha insancıl ve olumlu şeylerle donatılmış. Ütopik mi derseniz evet belirli yönleriyle öyle diyebilirim. Ama bizleri ayakta tutan da umutlarımız değil mi? Ütopyalarımız değil mi elimizde kalması için sıkıca ellerimizi kapadığımız?

İki kitap arasındaki bir başka ortak nokta ise ikisinde de insanüstü veya normalin dışında hayal dünyamıza seslenen özellikler olması. Kurgusal yapıda bir tanesinde kedilerin kanatları oluyor ve tehlikeleri bu şekilde geride bırakıyorlar. Bu kitapta da görünüşü nedeniyle dışlanan ve yıpratılan kırmızı saçlı kız çocuğunun saçları alev alabiliyor ve çocuk uçabiliyor. Hatta burdaki kedi ve kızın teyzesi de uçabiliyor. Üstüne üstlük kedi konuşuyor.

Yazının Devamı

Küçük Feministin Kitabı

Kapağında beş çocuğu bir ağacın farklı dallarında gösteren Küçük Feministin Kitabı Güldünya Yayınları tarafından basılmış. Sassa Buregren tarafından yazılıp çizilen kitap Türkçe’ye Ünzile Tekin tarafından çevrilmiş. Kitap kapağında ağaçta bir de kedi var çocukların yanında. İsveç Sanat Konseyi’nin desteği ile yayınlanmış kitap bence tüm çocuklu ailelerin evlerinde olması gerekenlerden. Hatta çocuklu olması gerekmiyor, bir konuyu basit ve sade bir dille okumayı seven herkes için tercih edilebilir bir kitap.

Kitap oldukça sevimli bir kızın merak duygusuna eklenen eleştirileri ile başlıyor. Ebba gazetede tamamı erkeklerden oluşan G8 zirvesindeki toplu fotoğrafı görüyor. Dünya liderlerinin neden sadece erkeklerden oluştuğu ve neden aralarında gençlerin hiç olmadığını düşünen Ebba araştırmaya başlıyor. Araştırdıkça eleştirileri de artıyor haliyle. Kafasındakileri yeğeni Jorinda ile mail üzerinden tartışmaya başlıyor. Oldukça güzel ve başlangıç aşamasında olanlar için açıklayıcı sorular da ardı ardına ekleniyor.

İki kız çocuğunun araştırma esnasındaki sorularındaki bir cevap çok güzel. Haksızlık olduğunu ve kadın erkek eşitliğinin sağlanmadığını çeşitli örneklerle konuşan ikiliden Ebba, varolan haksızlığı kendilerinin değiştirebileceğine duyduğu inançtan bahsederken Jorinda “Biz kimiz?” diye soruyor. Ebba da “Kızların ve oğlanların eşit olanaklara sahip olmasını isteyen herkes.” diye yanıtlıyor. Ben de bu kitabı benzer niyetteki herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Öncelikle merak eden, sorgulayan, itaat ve biat etmekten uzak, eleştirel düşünce yapısına sahip çocuklarımız için okuyalım bu kitabı.

Yazının Devamı

Bedenim bana ait!

Bazı konu ve kavramları duymak bile fazlasıyla üzüyor. Üzmesi bir yana üzerinde daha fazla durulması gereğini de beraberinde getiriyor. Elimdeki kitap “Bedenim bana ait!” diyor, hem de bangır bangır bir başlıkla. Maalesef çocuk istismarı üzerine çokça haber okuduk. Hepsinde kahrolduk, kavrulduk.

Çocuk istismarı konusu son derece zor ve zorlayıcı bir konu. Bu alanda çalışanlar kadar aileler ve karar vericiler için de üzerinde titizlikle durulması gereken bir konu. Olayın elbette çok boyutu var. Her şeyden önce verilen cezaların caydırıcı olması ve koşulsuz şartsız çocuğu korumak üzerine kararlar çıkması gerekiyor bu tip davalardan. Olumsuz örnekler, gereksiz cezai indirimler ile kaybolan ve yara alan tartışmasız hepimizin geleceği.

İnanın üzerinde yazarken zorlanıyorum, düşünürken uyuşuyor elim ayağım, bir de bu konuyla ilgili yaşananları düşünmek tamamen kötü. En başta hukuk olmak üzere tüm karar verici pozisyonda olanların bu sorunu çözmek için seferber olması gerekiyor. Sadece bu ülkede değil Dünya’nın pek çok yerinde yaşanan bu insanlık dışı soruna karşı en azından küçük küçük tedbirler almaya çalışan aileler ve çocuklarımız için bu elimdeki kitap.

Yazının Devamı

Romeo ve Juliet

Bazı kavramların çocuklar tarafından nasıl alımlandığını bilemediğim için kısa bir kararsızlıktan sonra yazmaya karar verdim bu kitapla ilgili yazmaya. Romeo ve Juliet gibi önemli bir eser Çocuklar İçin Dünya Edebiyatı serisinde Barbara Kindermann tarafından uyarlanmış ve Christa Unzner tarafından resimlenmiş. Kazım Özdoğan tarafından Türkçeye çevrilen kitap böylece çocukların okumasına sunulmuş. Gergedan Yayınları’nın basımını üstlendiği kitapta William Shakespeare’nin eseri bu kez çocuklar için canlanıyor.

Öncelikle ölüm, aşk ve şiddet unsurlarının çocuk dünyasına aktarılması noktasında çekinceler taşıyor olmakla birlikte yine de bu çalışmanın önemli bir katkı sunduğu görüşündeyim. Çünkü tam da bunların karşısında durduğu ve iki insan arasındaki aşkın, sevginin nasıl da tüm nefreti yok ettiğini gösterdiği için. Dünyaca ünlü eseri ve eser sahibini zaten biliyoruz. Ancak bunun çocuklar için uyarlanmış halini okumak bir kez daha eserden aldığımız duyguları canlandırıyor.

Kitabı okurken çocuklar için bazı kavramların nasıl da anlamsız kaldığını düşündüm. Örneğin karşılıklı nefretle dolmuş iki aile ve nefretin sebep olduğu davranışlar. Bunlar zaten çocuklara ait şeyler değil ki? Büyüklerin nasıl böylesine gereksiz sebeplerle yaşamı zorlaştırdıklarını anlayabileceklerini sanmıyorum. Kaldı ki anlamasınlar zaten!

Yazının Devamı

ÖPÜCÜK ne RENKTİR?

Yeni yılın ilk yazısında bu kitapla azıcık içimiz açılsın istedim. O kadar çok olumsuz olay yaşandı ki, bazen öpücüğün rengini bulamazken, bazen de acıların rengini bulamıyoruz. Sadece tüm renkler karışıyor birbirine, tıpkı sözler gibi, kelimeler gibi. Ortalığı sadece zifiri bir karanlık kaplıyor. Maalesef geride bıraktığımız senede ülke ve Dünya gündeminde acı ve gözyaşı çokça yer aldı.

Yılın ilk gününde önümüzde güzel bir kız çocuğu olan Monika var ama ona Minimoni diyorlarmış. Bisiklete binmekten, kırlangıçları ve kekleri sevmekten ve balkonlarındaki çiçekleri sulamaktan keyif alan bir kız çocuğu. Hatta öyle ki onlar hızlı büyüsünler diye güzel şeyler söylemeye bayılan bir kız çocuğu. Ne harika değil mi? Çiçekleri büyüsün diye onlara güzel sözler söyleyen bir çocuk.

Bizlerin de çocuklarımızı büyütürken sabır, emek, özveri ve güzel sözlere ihtiyacımız var değil mi? En önemlisi de sevgiye ihtiyacımız var. Onların yürekleri öylesine güzel ve sıcak ki, sevmeyi ve sevginin ne demek olduğunu eğer izin verirsek öğretirler bize zaten.

Yazının Devamı

Kırmızı Sarı Siyah Beyaz

Brigitte Minne tarafından yazılan ve Carll Cneut tarafından resimlenen Kırmızısarısiyahbeyaz kitabı Sarıgaga Yayınları tarafından basılmış. Renkler çocukların isimleri aynı zamanda ve bitişik yazılmış. Türkçe’ye Türkay Yalnız tarafından çevrilen kitap, Belçika ve Fransa’da çeşitli ödüller almış.

Bir köy meydanında yaşayan dört aile ve onların çocukları olan Kırmızı, Sarı, Siyah ve Beyaz arasındaki olaylardan oluşuyor kitap. Köy meydanı deyince insanın içi açılıyor aniden. Çocukların oynamak için evden dışarı serbestçe bırakıldığı bir coğrafya bile yaşadığımız gerçeklik karşısında hikayeyi bir adım daha artıya çeviriyor. Çocuklar kendi başlarına oyunlar oynuyorlar. Yakınlardaki bir parka gidip oradaki gölete ve canlılara bakıyorlar çocuklar.

Çocukken sanırım ağaç ev hayal etmeyen yoktur. En azından ben çokça hayal etmiştim. Ayrıca ağacın tepesinde oturup dalından kopardığım meyveleri yediğim de olmuştu ve iyi ki olmuştu. Köy yaşantısını yazdan yaza deneyimlemiş bir çocuk olarak dolu dolu geçen günler diye ömrümün sonuna dek hatırlayacağım anılar birikti. Bunları yaşadığım için de kendimi hep şanslı sayarım. Bunları yaşayamayan çocuklara da üzüntüyle bakarım hep. Site içleri, yüksek güvenlikli sitelerde büyüyenler kadar metropollerin keşmekeşinde kaybolan bir çocukluk bugünkülerin yaşadığı.

Yazının Devamı

Kanatlı Kediler Masalı

Bu haftaki yazıya konu olan Kanatlı Kediler Masalı dört kitaptan oluşan bir seri. Serinin ilk iki kitabını okuyarak yazıyorum bu satırları. Yazarken de aklıma şu geldi, dünyanın başka bir coğrafyasında birisi bir yazı/kitap/şiir/masal kaleme alıyor ve ortaya çıkan ürün bambaşka çağrışımlarla başka başka coğrafya ve kişilerde alımlanıyor. Diğer tüm yazılarda olduğu gibi bunda da kitabın bende çağrıştırdıkları ve kitaba dair konuşabilmek de ayrıca güzel. Hele de mesele çocuk kitaplarından açılıyorsa/açıyorsak.

Ursula K.Le Guin ismi bilinen bir isim ve ben onun çocuk kitaplarını ilk kez okuyorum. Dolu dolu bir kadından çocuk kitabı okurken de farklı pek çok şey geçti zihnimden. Sadece kanatları olan kedileri ve onların ilginç yaşamlarını değil kentten kaçmalarına dair eleştirel okumalar da açılıyor hemen zihnimde.

Sonra mesela kentin içindeki değişimlerde aklıma hemen kentsel dönüşüm geliyor.

Yazının Devamı

Büyük Sözcük Fabrikası

Büyük sözlerin çokça söylenip anlamlarını yitirdiği günlerdeyiz. Yazmak, konuşmak artık tadından tuzundan eksik ve bunun da farkındayım. Ölümün her yanımızı sardığı şu günlerde özellikle zorlayıcı olan çocuklu olanlar için sanırım. Öyle böyle değil zorluk hem de. Bir tarafı böyleyken diğer yanı yine onlar için çırpınıyor. Çocuklar, size keşke sözün gerekmediği ama tüm güzelleri yaşatabileceğimiz günlerin bolluğunda olsaydık da tam da elimdeki kitabın büyüsüne kapılsaydık her beraber.

Büyük Sözcük Fabrikası kitabı Aylak Kitap tarafından basılmış. Agnes de Lestrade ve Valeria Docampo tarafından yazılıp çizilen kitap Türkçe’ye Çağıl Öksüztepe tarafından çevrilmiş. Kitabın künye bilgileri yazan kısmında sevimli bir köpek var ve önündeki ‘a’ harfine bakıyor. Resimler o kadar güzel ki sahiden söz israfını engelliyor.

Sözcüklerin parayla satıldığı garip bir ülkeden bahsediyor kitap. Zenginlerin bolca sözcük alabildiği ama fakirlerin alamadığı bir ülke işte burası. İnsanlar sözcükleri yutup sindiriyor ve öyle konuşabiliyor, yoksa konuşamıyor. Çöplüklerde sözcük arayan insanlar var ama buralarda kötü sözcükler bulunuyor sadece. İlginç bir anlatım tarzı var kitabın ve çok kıymetli sözleri.

Yazının Devamı

Bozuk Müzik Kutusu

Bozuk Müzik Kutusu adlı kitabı daha önce okumuştum. Bazen aynı kitabı farklı zamanlarda okuduğunuzda farklı şeyler gözünüze çarpabilir. Bu çocuk kitabı olsa da böyledir.

İlk okuduğumda bir babanın oğlunun uykusuzluğunu giderme telaşı ve onun için olan çabası sıcak gelmişti bana. Ama bu yazıyı yazmadan önce kitabı tekrar düşündüm neden bana iyi geldi diye? Bunun artık ilk defada beni saran sebeplerinin yanında başka sebepleri de olduğunu farkettim. Bunlardan bir tanesi, öncelikle babanın bozuk bir oyuncağı tamir etme telaşıydı. Günümüzde tek kullanımlık o kadar fazla şey var ki, bir şeyi tamir etmek için zaman ayırmak bile çoğumuz için artık lüks. Hele çocuğunu mutlu etmek için bir oyuncağı tamir etme telaşı yok denilecek kadar az. Ama mutsuz mu kılıyor ebeveynler çocukları, kendilerince ‘hayır’, ellerindeki bozuk olanı atıp yerine yenisini alıyorlar. Bu kullan at mantığına farkında olmadan öylesine maruz kalmışız ve buna öylesine alışmışız ki bir şeyi onarmak, tamir etmek artık dilimizde bile yok.

Gerçekten basit bir konu değil kitapta da işlenen tamir etme çabası. Öyle ki ilişkilerimiz bile kestirip atma üzerine kurulu. Özveri, emek, çaba, onarma, düzeltme, anlamaya çalışma, zaman ayırma ve bunun gibi kelimeler nasıl kulağa hoş geliyor değil mi? Şimdi bunları ne kadar yaşıyoruz ilişkilerimizde diye düşünelim. Pompalanan bireysellik vurgusu altında ‘özelim, özelsin, değerliyim, bir taneciksin, en iyisin, en güzelsin, en mükemmelsin’ vb sözler öylesine rahatça ve sıkça tekrarlanıyor ki bunlarla yaşayan çoğu kişi yukarıda bizlere iyi gelen kelimelerin içeriklerini yaşamıyor bile.

Yazının Devamı

Arkadaş

Arkadaş isimli bir kitap neden dikkatinizi çeker? Ya da dikkatinizi çeker mi? Okul öncesi gruba ait harika bir kitap Arkadaş desem ne dersiniz mesela? Neyi çağrıştırıyor size arkadaş kelimesi?

Tamam dolandırmıyorum, Arkadaş kitabını bana özel kılan şey yine ‘farklı’ olana vurgu yapması. Bu konulara karşı belirli bir duyarlılık kazanmak ileri yaşlarda sanırım daha zor oluşuyor. Örneğin yıllardır mimar olan birisi, farklı olanlar için ekstra bir bilinç kazanamıyor. Eğitim sisteminde de eğer hala kendini yenilemeyen bir şeyler varsa klasik ve normal olana göre şekillendiriyor yapıları ve çevreyi.

Keza diğer meslek grupları da öyle. Ancak içinde yaşadığımız dönem klasik ve kendi gibi bildiğimizin dışında yaşam mücadelesi veren herkesi de hesaba katmamız gereğini vurguluyor. İster dezavantajlı, ister engelli deyin isterseniz sadece ‘farklı’ deyin, bir şekilde mevcut olanın dışında kalan herkes ve her canlı toptancı düşüncenin kurbanı olabiliyor. Bazen yolda, bazen toplu taşıt araçlarında, bazen eğitim sisteminde, bazen de basit bir hikayede.

Yazının Devamı

Çıtır Çıtır Felsefe

Bazen aslında nelerin söyleneceğini bilerek yaklaşırsınız bir seriye. İyi de o zaman neden okuyoruz? Kendi adıma söylemem gerekirse; iyiyi duymaya ve bunun sağlamasına ihtiyaç duyarım. İçinde rahatlama duygusu kadar doğrunun aslında çoktan seçmeli olmadığını da tekrar etme isteği vardır bu çabanın. Hele de konu çocuklarsa.

Maalesef büyüklerin hatalarının en büyük faturasını çocuklar ödüyor. Diğer taraftan yine büyüklerin desteği ve ilgisi ile o faturalar ortadan kaldırılabilir. Bu yüzden basit ve duru bir anlatımla yeniden ama yeniden ve durmadan doğru bildiklerimizi söylemeye ve dolaşıma sokmaya ihtiyacımız var.

Başkaları hangi niyetle yaklaşır bilmiyorum ama benim açımdan bu kitap serisi öyle. Üzerine çokça yazıldı ve röportajlar yapıldı yazarıyla. Çocukların anlayabileceği şekilde felsefenin belirli kavramlar üzerinden önümüze konulduğu ve hayatımızı daha olumlu hale getirecek tüm çözümleri gösteren bir seri bu.

Yazının Devamı

Mıstık seni anlamıyoruz!

Tülin Kozikoğlu’nu ve çok sevdiğimiz kitaplarını bir başka yazıda aktarmıştım. Yine bu yazara dönmemin nedeni, güzel bir konuya değinmesi. Maalesef pek çok kişi için artık bir değer taşımasa da bence önemli bir konudaki soruna ışık tutmuş yazar. Noktalama işaretlerinin öyküsünü konu almış yazar “Mıstık seni anlamıyoruz!” adlı kitabında.

Değişen ve dönüşen yaşamlarımızda varolan ve iyi diye bildiklerimizi koruma konusunda sorunlar yaşıyoruz. Bunlardan bir tanesi de yazım kuralları. Noktalama işaretlerinin yerli yerinde kullanılmaması. Hatta bırakalım noktalama işaretlerini kelimeleri bile doğru kullananların azaldığı bir dönemde yaşıyoruz.

Çocukların dili öğrendikleri ilk yer aileleri. Aileden sonraki sosyalleşme aşamasında arkadaşları, okul ve diğer gruplar devreye giriyor. Teknolojinin artısı ve eksisini tartışmak bu yazının konusu değil. Ancak yine de belirtmem gerekiyor ki telefon ve internet ile yazım kuralları olumsuz yönde etkilendi. Kısa cevap yazmak, derken harfleri yazmamak ve sonrasında bozulan bir dil yapısı da hepimizin artık çokça gördüğü şeyler.

Yazının Devamı

Nine Bizi Kurtarsana

Toprak Işık’tan daha önce bir yazıda bahsetmiştim. Kendisini ailecek nasıl sevdiğimizi de belirtmiştim. Büyüklere hitap eden ve bizleri kahkaha tufanına tutan kitaplarının yanı sıra çocuklarla ilgili de çalışmaları olduğu ve iyi ki de bu alana dahil olduğunu düşündüğümüzü de söylemiştim.

İşte o iyi ki diye bahsini geçebileceğim bir başka kitabı da Nine Bizi Kurtarsana. Bu kitap bir serinin parçası. Fen bilimleri ile ilgili bilgileri romanlarının içinde okuyucusuna anlatan ve öğrenmeyi eğlenceli kılan bir yazar Toprak Işık.

Nine Bizi Kurtarsana kitabında da Dünya ve Evren ile ilgili bilgiler yer alıyor. Ama durun asla didaktik bir dil yok. Aksine roman içinde zevkle okuduğumuz sayfalarda heyecanla takip ediyorsunuz bilgileri. Çünkü düğüm bu bilgiler eşliğinde çözülüyor.

Yazının Devamı

Doğadaki Son Çocuk

Richard Louv tarafından yazılan ve bu haftaya konu olan kitabı istisnasız herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Bunun altında bir değil birçok neden saklı. Öncelikle bu bir okul öncesi çocuk kitabı değil.

Bununla birlikte bu gruba öyle veya böyle hitap eden (anne-baba-öğretmen-pedagog vb.) herkesin okumasında fayda olan bir kitap. Sadece onlar değil her insanın kendisini daha huzurlu ve sağlıklı hissetmesi için danışacağı bir kaynak kitap.

Gönlümden geçen en çok da karar verici konumunda olanlar ile yerel yönetimler, siyasi liderler ve toplum yararına iş yapan herkesin ilgi alanında olması bu kitabın. Bununla birlikte çevreci gruplar ve toplum gönüllülerinin de zaten bildiğini varsaydığım konuları anımsatma niyetinde olabilir.

Yazının Devamı

Daha da Fazla Kumkurdu

Bu sefer bilerek ve merak ederek aldım bu kitabı elime. İthaki Yayınları tarafından basımı yapılan ve Türkçe’ye Ali Arda tarafından çevrilen kitabın yazarı Asa Lind. Üzerinde epeyce söz duyduğum kitap söylenen olumlu sözleri fazlasıyla hak ediyor. Neden mi?

Öncelikle çocukların dünyasına onların diliyle ulaşan ve onların dilinden büyüklere seslenen bir kitap. Sadece çocuklar için değil her yaştan insanın rahatlıkla okuyabileceği bir kitap desem fazla ileri gitmiş olmam.

Kristina Digman tarafından resimlenen kitapta bir çocuğun hayalindeki bir canlı ile konuşmasına tanık oluyoruz. Bu canlı da Kumkurdu. Her an onu dinlemeye, onunla hayatı öğrenmeye hazır ve hayatta yer alan tüm değerler kadar merak edilen kavramları da masaya yatıran bir arkadaş. Hatta arkadaştan öte bir dost. Sonsuz güven duygusu bulur onda kitabın kahramanı olan küçük kız Zackarina.

Yazının Devamı

Uğurböceği Sevecen ile Salyangoz Tomurcuk

Elimde 24 kitaptan oluşan bir serisi ile Erika Bartos var. Üç çocuğundan sonra çocukların dünyasına seslenmeye başlayan Erika çok iyi bir işe girişmiş doğrusu.

Küçücük seri arkadaşlarımızla başlayalım mı?

Uğurböceği Sevecen ve Salyangoz Tomurcuk. Onlara göre büyük olan bizler için bu küçük canlıların yaşamına konuk olmak çok keyif verici. Her kitapta ayrı bir olay ve macera etrafında koşan bu sevimli ikiliye bir sürü arkadaşı eşlik ediyor. Öyle sıcak, öyle içten hikayeler var ki her biri birbirinden farklı bunca canlı nasıl da ahenkle buluşuyor resimlerle görmeniz lazım. Agi Judit Kirişoğlu ve Elvan L. Eti tarafından çevirileri yapılan kitaplar Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmış. Budapeşte’de mimarlık eğitimi alan yazar anlaşılan 3 çocuk annesi olduktan sonra hayatını daha da renklendirmek istemiş. Yaşadıklarını ve hayal ettiklerini yazıp çizmeye başlayan Erika bizleri bu seriyle başbaşa bırakıyor.

Yazının Devamı

Lao-Tzu: Ejderhanın Yolu

Bazen insanın içini umut kaplıyor aniden. İşte öyle bir an kütüphanede yaşadığım. Çocuk kitapları bölümünde “küçük filozoflar” başlığında kitaplar yer alıyor. İçinde Descartes Amca’nın Kötü Cini, Profesör Kant’ın En Çılgın Günü, Bilge Sokrates’in Ölümü ve Lao-Tzu: Ejderhanın Yolu kitapları var. Bununla sınırlı değil seri ama rafta olanlar bunlar. İçlerinden iki tanesini oracıkta okuyorum hemen.

Tamam, kabul bunlar benim için değildi ama en azından okuyanın da isteği karşılansın değil mi? Aklıma masal anlatılan dönemden masalın bitişinde söylenen şu cümleler geldi şimdi yazarken; “Gökten üç elma düşmüş, biri okuyanın, biri dinleyenin, biri de…” diye devam eden.

İşte o üçüncü elma da o kitabının tanıtımına destek olmaya çabalayanın başına düşsün o zaman ve o da ben olayım.

Yazının Devamı

Utku’nun Kalemi

Bazı yazarları ve kullandıkları dili seviyorum, bazı araştırmacıların kullandıkları dil gibi. Bu haftaki yazıya konu olan kitap Filiz Özdem’in yazdığı “Utku’nun Kalemi” adlı kitabı. Hemen söyleyeyim klasik bir konusu olan kitap oldukça güzel bir dil ile kaleme alınmış. Okurken tıpkı ağaçlar arasındaki sosyal bir ilişkiyi açıklamalarına konu alan Alman araştırmacı Peter Wohlleben gibi bir dil kullanıyor yazar.

Ağaçların kendi aralarında bir ilişki olduğunu ve birbirlerinin ışıklarını engellemeden yaşadıklarını belirten araştırmacı Wohlleben oldukça hoş açıklamalarla bizi bir kere daha ters köşeye oturtuyor.

Mesela gövdesinden kesilen bir ağacı yanındaki ağaçların nasıl da kökleriyle besledikleri ve yaşama tutunmasına yardımcı olduklarını biraz da romantik bir dille anlatan araştırmacının anlattıkları oldukça etkileyici. İsteyenler için bahsi geçen araştırmacı ile ilgili yazının tam metni http://www.nolm.us/alman-korucu-agaclarin-da-sosyal-bir-agi-oldugunu-kesfetti/ adresinde yer alıyor.

Yazının Devamı

Sofia’nın Rüyası

Bu haftaki kitabımız Sofia’nın Rüyası. Elimize aldığımızda ilk sayfada sözler değil güzel resimler karşılıyor bizi. Farklı ırk ve cinsiyetten çocukların hayatı sevdiğine dair altı tane resim iki sayfaya yayılmış halde. Bu görüntü bile aslında alfabenin ilk harfleri gibi çok basit ama nedense hayatın her döneminde hatırlanması gerekenleri anlatıyor.

Tüm çocuklar eşit ve güzeller. Hepsi hayatı yaşama noktasında haklara sahipler. Ayrım yapmak insan olmayı reddediyor çünkü her resimde. Yaşam güzel ve kıymetli, her yaştan çocuk bunun bilinciyle hayata devam ediyor. Sonra nedendir bilinmez bir şeyler rayından çıkıyor ve doğayı her yönüyle katleden insanlar yığınına dönüyoruz. Verdiğimiz tepkiler kadar vermediklerimiz de bunu besliyor. İyi de neden ilk yaşlarda öğrendiğimizi unutup kötüleşiyoruz?

Çok bilinmeyenli denklem değil aslında bu soru, sadece cevabı herkesin içinden gelen bir soru.

Yazının Devamı

Bayan Börek ile Köpeği Çörek

İşte yine her okuduğunuzda içinizi ısıtan bir kitap daha. Üzgün olduğunuz da ya da en ufak bir sıkıntı halinde en etkili ilaçlar gibi imdadınıza yetişecek bir kitaptır Bayan Börek ile Köpeği Çörek. Bu kadar iddialı cümleler nasıl mı geliyor elbette yarattığı etkiden. Sevginin her şeyi dönüştürebileceği o güzel örneği görüyoruz bu kitapta.

Resimlerle değişen, dönüşen her şey gibi kelimeler de daha iyiye çağırıyor okurlarını. Ayrıca sevgiyi “insan” denilen canlıyla da sınırlamıyor. Hem onunla hem de diğer canlılarla olan bağ üzerinden izliyoruz keyifle dönüşümü. Helga Bansch tarafından yazılan ve Canan Sofuoğlu aracılığıyla Türkçe’ye kazandırılan bu kitap Aylak Adam Yayınları’ndan çıkıyor ve evlerimize konuk oluyor.

Kimseyle konuşmayı sevmeyen, kimseye konuk olmak istemeyen Bayan Börek her zamanki gibi evinde kendi yalnızlığında hayatına devam ediyor köpeği Çörek ile. İnsanları umursamaz hali resimlerle de anlatılan Bayan Börek aslında çizdiği sert karakter ve şaşmaz kuralları ile kendi hayatına hapsolmuş durumda. Onunla birlikte yaşayan Çörek de hayatta ıskaladıklarının pek farkında olmadan ve kendi konforundan vazgeçmek istemeksizin bu yalnızlığa ve tahakküme boyun eğiyor ilk zamanlar.

Yazının Devamı

Çağlar Boyunca Mimarlık

İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan “Çağlar Boyunca Mimarlık kitabı Dünya vatandaşlığına uygun çocuk yetiştirmek isteyenlerin ilgisini çekebilecek bir kitap olabilir. Neden mi? Başlığındaki “Keşfedin” yazısından da anlaşılacağı gibi Dünya’da yer alan ünlü mimari yapıların ve dolayısıyla o dönemin kısa anlatımına ve görsel sunumuna sahip ve bu anlamda merakımızı canlı tutuyor.

Büyük Piramit, Colosseum, Sultanahmet Camii, Notre-Dame de Paris Katedrali, Versailles Sarayı, Himeji Şatosu, Londra Kulesi, Guggenheim Müzesi, Sydney Opera Binası gibi ünlü yapıların yanında gökdelenler ve diğer ünlü yapılar da kitaba konu olmuş. Rob Lloyd Jones ile Barry Ablett tarafından hazırlanan kitapta her mimari yapıdan açılan 60’dan fazla pencere var. Özellikle çocuklarla incelendiğinde açılan her pencere merak duygusunu daha da canlı tutuyor. Tamam itiraf ediyorum bizim küçük cadıdan ziyade bu kitabı okuyucu olarak ben merak ettim. Bu anlamda yetişkinlerin de keyif alacağını söyleyebilirim.

Mimari yapılar içinde yer aldığı coğrafyaya, kültüre ve tarihe dair de pekçok veri sunarlar ve onların taşıyıcılığını üstlenirler. Bu anlamda örneğin Büyük Piramit’i incelerken bir kez daha o esrarengiz hayatı soluduğunuzu hissediyorsunuz. 4500 yıl kadar önce yapılan bu mükemmel yapının nasıl bir akıl ve çabanın ürünü olduğu bir kez daha hayrete düşüyor insanı. Yaklaşık 50.000 işçinin çalıştığı bilgisinin yer aldığı tanıtımda piramitin üzerinden açılan pencereler ile yapının iç kısmında yer alanları da görüyorsunuz. Bazı yapıların hasar almış olması insanı üzüyor elbette. Onlardan bir tanesi de Colosseum.

Yazının Devamı