Hedef Tahtası
Ülkemizde zemin çok kaygan, dengesiz, sağlıksız. Her şey hızla yer değiştiriyor. Bu değişime sorgusuz sualsiz ayak uyduran bir kitle var. Geçmişte ak...
Ülkemizde zemin çok kaygan, dengesiz, sağlıksız. Her şey hızla yer değiştiriyor.
Bu değişime sorgusuz sualsiz ayak uyduran bir kitle var.
Geçmişte ak dediklerine bugün kara diyebiliyorlar ve bunun adına da siyaset deniyor.
Ülkemizin ekonomik göstergeleri gibi siyaseti de inişli çıkışlı.
Ve tüm bu değişimlere kolaylıkla uyum sağlamamız, biat etmemiz bekleniyor.
Hal böyle olunca güven vermeyen söylemler, şekil değiştiren siyasetçiler, zeminin her şeyi mübah hale getiriyor oluşu siyasete de siyasetçiye de mesafeli olmama neden oldu.
Bir yere ait olmadığım için eksiklik hissetmiyorum aksine aklımın yönergelerine göre hareket ediyorum.
Yanlışlık varsa bunu söylemem için herhangi bir partinin üyesi olmaya ya da bir ideolojiye yakınlık duymaya ihtiyaç duymuyorum.
Durum böyle iken sağa da yüzümü dönebiliyorum sola da.
Ancak, bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda her şeyin ne kadar aşınıp büzüştüğünü ve form değiştirdiğini görmek can sıkıcı olabiliyor.
Attığınız adım iktidar tarafından onaylanmıyorsa o adımın iyi, hoş olmasının bir anlamı yok.
Bir anda hedef tahtasına oturtulabiliyorsunuz.
Arkasından ‘hain’ ya da ‘terörist’ damgası yemeniz de kaçınılmaz son.
Hakaretler ve aşağılamalarla iktidar sevici budalaların naralarına maruz kalıyorsunuz.
Cümle kurmakta güçlük çekenler eğitiminizi eleştirmeye kalkıyor.
Zaman içinde sinirlenmemeyi, olayları ve insanları göğsünüzde yumuşatmayı öğreniyorsunuz.
Hep haksız, hep yanlış, hep hatalı olan sizsiniz!
Doğru yapma, düşünme, eleştirme, kendinizi insanca ifade etme hakkınız yok.
Kendime şunu soruyorum, “Nerede hata yaptık, yapıyoruz?”
Bu sorunun bir cevabı yok çünkü soru en başından hatalı.
Gerçek olan şu ki iktidarın ipi insanlığın boynuna geçirilmiş ve buna razı olanlar o kaygan zeminde savrulup duruyor.
Bakıyorsunuz bugün barış diyenler sonrasında karşı atağa geçmiş.
Dün milliyetçiliği kurtulunması gereken bir hastalık olarak görenler, bugün herkesten en önde milliyetçi olmuş.
Haksızlığa uğradığını haykıranlar, elindeki gücü haksızca kullanmaya başlamış.
Öyle değişik yılların içinden geçtik ve geçiyoruz ki iktidar hırsının neye dönüştüğüne bizzat tanıklık ediyoruz.
Sular durulmuyor, nabız hep yüksekten seyrediyor.
Yeni başlangıçlara doğru yol aldığımızı düşünürken, aklımıza gelmeyecek işlerin içinde buluyoruz kendimizi.
Yurttaş yorgun, yılgın.
Gençler ise geleceğe güvenli bakmanın kenarından bile geçmiyor.
Ne tuhaftır o belirsizlik yollarından geçe geçe belirsizliğe alıştık birçoğumuz.
İki laf arasında, “Bu ülkeden başka yerde yaşayamam” esprisini yapar olduk.
Derdimiz ülkeyle değil ki!
Bize bağrında yer açan, köklerimizin sarmaş dolaş olduğu bu toprak, kendimizi ait hissettiğimiz tek yer.
Kültürümüz, sıcaklığımız ve sarsılmaz bağlarımızla bu kucaktayız.
Çok sesliliğe tahammülü olmayan ve elinden kırbacını indirmeyen bir iktidarla sınanıyoruz.
Haklıysa da artık bunu ifade ediş şekli asla güven vermiyor.
Ağızlardan dökülen hakaretler yordu; sevgi sözcüğü işitemez olduk.
Hiçbir söylem samimi, içten gelmiyor.
Bu güzel ülkede yaşıyor olmanın bedeli böyle mi olmalı?
Hep mücadele, hep haykırış ya da hep susmak, hep sinmek…
Kimsenin peşine takılmadan, ‘lazım olur’ diye inanmadığımız şeylere tutunmadan yaşamak mümkün değil mi?
Güç sarhoşu olanların zorbalığına maruz kalmadan beraber yaşayabilmek bir hayal mi?
Çok fazla sorum olsa da hiçbir cevap beklemiyorum.
Varlığımdan şüpheye düşmeden yaşamaya çalışıyorum.
Biliyorum ki hiçbir şey ve hiç kimse kalıcı değil.
Fikirlerin, inançların ve koltukların ne kadar hızlı el değiştirebileceğini biliyorum.
Bizde koltuklar pek boşalmıyor gibi olsa da…
İhtiyacımız olan tek şey ise aklımızı kullanmak!
Kimseye emanet etmeden, ipoteklemeden ona sahip çıkmak…
Albus Dumbledore’un da dediği gibi, “Mutluluk en karanlık zamanlarda bile bulunabilir, yeter ki ışığı açmayı unutmayın.”