GEZİNİN ACI SONU
Gezi olayları aslında çevre ve şehircilik duyarlılığı ile başlamıştı.
Haziran 2013’de Taksim’de imar planlarına aykırı olarak yapılması planlanan Topçu Kışlası projesinin engellenmesi amacıyla bir grubun başlattığı oturma eylemi bir anda büyümüş, sosyal medya üzerinden hızla yayılıp toplumsal bir olaya dönüşmüştü
Taksim’deki olayların haricinde Bayburt ve Bingöl hariç tüm Türkiye’de halk yürüyüşler ve gösterilerle hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik keyfilik içeren, hukuki dayanaktan yoksun bir takım iktidar eylemlerini eleştirmiş ve protesto etmişti.
Evinden çıkmayan insanlar bile belli saatlerde ışıklarını yakıp söndürmek ve tencere tava çalmak gibi protestolarla Gezi’ye destek vermişlerdi.
Eylemciler dönemin Başbakanı tarafından çapulcu olarak tanımlanmış, polis tarafından orantısız güç uygulanarak 15 gün kadar süren eylemler sonlandırılmıştı.
Başta farklı görüşlerden geniş bir kesimden destek gören eylem, sonradan bir takım gruplar tarafından provake edilerek amacının dışına çıkarılmaya çalışılmış ve yıkıcı hale gelmişti.
Gezi eylemleri meşruiyetini kaybetmeye başladığı andan itibaren çoğu insan desteğini çekmeyi tercih etmişti.
Demokratik bir toplumda insanların ifade özgürlükleri kapsamında mevcut iktidarı eleştirmek için sivil eylemler, yürüyüşler, protestolar yapmaları normal bir durumdur. Her ülkede bunun benzeri eylemler görülebilmektedir.
Burada sınır, yapılan eylemlerin başkalarının hak ve özgürlüklerine, mülkiyet haklarına, kamu mallarına ve çevreye zarar vermeye başladığı nokta olup, makul çerçeve içinde insanların bir araya gelerek toplumu rahatsız eden konularda tepki vermeleri anayasal haklarıdır.
Gezi’nin ardından başlatılan soruşturma sonucunda olayı organize ettiği ve finansman sağladığı iddiasıyla sanıklar yargılanmaya başlamıştı. Davanın ilk duruşması 24- 25 Haziran 2019’da yapıldı.
Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Ali Babacan, Beşir Atalay, Bekir Bozdağ, Emrullah İşler, Binali Yıldırım, Muammer Güler, Ahmet Davutoğlu dahil 746 kişinin müşteki sıfatı ile yer aldığı davada, Ali Hakan Altınay, Ayşe Mücella Yapıcı, Ayşe Pınar Alabora, Can Dündar, Çiğdem Mater Utku, Gökçe Yılmaz, Handan Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, İnanç Emekçi, Mehmet Ali Alabora, Mine Özerden, Osman Kavala, Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Aksakoğlu, Yiğit Ali Ekmekçi de sanık sıfatı ile yer aldılar.
18 Şubat 2020’de Osman Kavala ve diğer 9 sanık hakkında beraat kararı verilerek, hakkında yakalama kararı bulunan kişilerin dosyası ayrılmış ve yakalama kararları kaldırılmıştı.
Savcılığın kararı istinaf etmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye 3. Ceza Dairesi 22 Ocak 2021’de 9 sanık hakkındaki beraat kararını bozdu. Bozma kararının ardından 28 Nisan 2021’de davaya devam edildi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Nisan 2022 tarihindeki karar duruşmasında Osman Kavala hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman’a TCK 312'den yardım etme suçundan 18'er yıl hapis cezası verildi. Tutuklu yargılanan Osman Kavala dışındaki sanıkların da hükümle birlikte tutuklanmasına karar verildi.
Ne ilginçtir ki daha önce müşteki olan isimlerden Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan 25 Nisan 2022 tarihli Gezi’nin mahkumiyet kararını eleştirdiler. Artık köprülerin altından çok sular akmış ve AKP ile fikirler ve yollar ayrılmıştı.
Oy çokluğuyla verilen kararda mahkeme başkanı Mesut Özdemir ile AKP'den milletvekili aday adayı olduğu ortaya çıkan üye hakim Murat Bircan sanıkların aleyhine oy kullandı. Karara şerh düşen heyetin diğer üyesi Kürşad Bektaş ise, Osman Kavala'nın tahliyesi ve duruşmada tutuklanan sanıkların tutuklanmaması yönünde görüş bildirdi.
Heyet üyesi avukatlıktan geçme hakim olan Murat Bircan’ın durumu ise hakimin reddi sebebi olduğundan son duruşmada sanık avukatları hakimi reddettiklerini beyan etmişlerdi. Bu talep davayı uzatmaya yönelik görülüp reddedilince ortaya çıkan karar, şaibeli bir karar olarak Türk Hukuk tarihine geçti.
Ayrıca üye hakim Murat Bircan’ın hemşire olan eşi Arzu Bircan’ın, FETÖ darbesinden kısa süre sonra itirafçı olduğu ve Bafra’daki çok sayıda örgüt elemanı hakkında detaylı bilgi verdiği kendisine ise tanık olarak muamele yapıldığı yargılamalara dahil edilmediği yönündeki iddialar hakim hakkında soru işaretlerini arttırdı.
Bağımsız yargıya gölge düşürecek nitelikteki olayların aydınlatılması, adil yargılamanın her koşul altında herkes için mutlak ve zorunlu olması, her türlü şüpheden uzak somut ve inandırıcı delillere dayalı olarak hüküm kurulması gerekmekte olup, halkın vicdanında kabul görmeyen kararların bir gün mutlaka bozulmaya mahkum olduğu bir gerçektir.
Ancak bu süreçte özgürlükleri ellerinden alınan, haksız yere suçlanan insanların ve onların ailelerinin, sevenlerinin gördüğü zararın telafisi mümkün olamamaktadır.
Bir kez daha yurt içinden ve yurt dışından tepki gören, adaletin tecelli etmediği hissini uyandıran bir kararla Türk Hukuk sistemi sınıfta kalmıştır.
Oysa ki adalet evrenin ruhudur, herkes için lazımdır.
İktidarlar güçlerini adaleti baskı altına alarak değil,
Adaleti hakim kılarak ispatlarlar.
O bilince ulaşmış bir iktidara sahip olabilmek en büyük dileğimdir…