Miguel
İletişim Yayınları tarafından basımı yapılan Miguel kitabını yine aynı yayınevi çalışanlarından Dilek Büyük aracılığıyla duydum. Dilek hanım, Sanat Kritik...
İletişim Yayınları tarafından basımı yapılan Miguel kitabını yine aynı yayınevi çalışanlarından Dilek Büyük aracılığıyla duydum. Dilek hanım, Sanat Kritik sayfasında bu kitapla ilgili bir yazı kaleme almıştı. Ben de kitabı aklıma aldım ve yazıyı okumayı sonraya bıraktım. Böylece mesafemi koruyarak okudum kitabı ve sonrasında da Dilek hanımın yazısını okudum. Benzer yerlerden sevmişiz kitabı, öncelikle bunu belirtmek isterim. Yazıyı da ayrıca okumanızı tavsiye ederim, ayrı ve güzel bir tad bırakıyor insanda.
Alfredo Gõmez Cerdā tarafından yazılan ve Javier Zabala tarafından resimlenen kitap sahiden etkileyici ve tam da Dilek hanımın belirttiği gibi her yaştan okura sesleniyor. Yazarken farkettim ki benzer açılardan bir kitaba bakmak ne güzel şeymiş, sanki arada paslaşıyorum Dilek hanımla. Neyse kitaba dönecek olursam; farklı sosyal ve ekonomik yapıdan kişileri izlemek ve onlarla empati kurmak için iyi bir edebi dil var karşımızda. Bazı noktalarda biraz duraladım ama her okurda ayrı bir duygu bırakacağını düşünüyorum. Ailenin tek çocuğu olan Miguel bir alışveriş esnasında anne ve babasını kaybediyor ve olanlar bundan sonra oluyor. Çöp bidonunda bir şeyler karıştıran ve kir pas içindeki yaşlı adama denk geliyor kahramanımız. Onunla olan ve o ana kadar deneyimlemediği bir diyalog sonrasında Miguel şaşkınlıkla beraber adamın cazibesine de kapılıyor. Evsiz barksız olduğu belli olan adam önceleri nasıl marketlerden yiyecek çaldığını anlatıyor ve sonrasında kitapları çalmaya başladığını söylüyor. Miguel’in o yaşa kadar öğrendiklerinin tersine bir yaşam başlıyor bundan sonra. Yaşlı adam Walt Whitman’ın bir şiirinden bahsediyor çocuğa ve bu dizeler büyülü bir etki ile Miguel’in hayatını değiştiriyor. Dizeler şöyle;
“Her gün dışarı çıkan bir çocuk vardı
Ve baktığı ilk şeyde
Dönüşüverirdi o nesneye.”
Miguel bu dizeleri ilk başta anlamasa da sonrasındaki günlerde
yaşadıkları ile okuyucu olarak bizler de hem gerilim, hem de
heyecanla izliyoruz olanları. Kitap, Pazar günü ile başlıyor ve
Cumartesi ile sona eriyor. Yani her güne yeni bir macera okuru
bekliyor. Çocuk her gün bir nesne veya kişiye dönüşüyor. Böylece
daha önce hiç farkında olmadığı insanların ve yaşamların içinde
buluyor kendisini. Elbette okur olarak bizler de. İlginç bir
deneyimdi sahiden kitap. Sınıfsal çelişkilerden ve yaşanan farklı
yaşamların insanları nasıl dönüştürdüğünden ustalıkla bahseden
yazar, okura, içinde olduğu dünyadan çıkıp diğer dünyaları görmesi
için anahtar veriyor aslında. Her gün beraber zaman geçirsek de
herkesin ayrı bir dünyası olduğunu farkediyor kitap kahramanı ve
okur olarak bizler. Evlerine gelen yardımcı kadın, sınıf arkadaşı,
dalga geçtikleri öğretmenleri, araba ile seyahat ederken camları
silmek için çabalayan çocuk işçiler ve daha fazlası. Her gün için
fantastik öğeler eşliğinde yeni maceralar bekliyor okuru.
Dolayısıyla yukarıda da belirttiğim gibi her yaştan okura hitap
ettiği noktasına ben de katılıyorum bu kitabın. Çünkü sanki buna
ihtiyacımız varmış gibi. Hatta sadece biz değil de her gruptan
insanın daha iyi, adil, yaşanabilir bir dünya için okuması ve
hatırlaması gereken şeyler var. Kitap beni bazı açılardan rahatsız
etti ve sonrasında kendimle de baş başa bıraktı. İnsanların en
temel haklarından neden yoksun olduklarını düşündüm mesela.
Kitapta, ailesi, gözleri önünde ölen ve bu olaylara tanıklığı
nedeniyle konuşma yetisini kaybeden küçük bir kız çocuğu var
mesela. Miguel bir gününde onun yerine geçiyor ve onun
yaşadıklarına tanık oluyor. Savaşlar niye var mesela? Neden
herkesin adil ve eşit olacağı bir toplum düşü tüm ülke liderlerince
paylaşılamıyor? Çok fazla soru bırakıyor yazar ve belli ki amacı da
biraz da buydu. Kısacası; etkileyici, akıcı ve merak uyandırıcı bir
okuma oldu benim için.