Yaramaz Fareler

Helga Bansch en sevdiğim yazarlardan. Adını unutsam çizimlerini unutmadıklarımdan. Elimdeki kitap için de aynı şey oldu. Yazarın adı tanıdık geldi ama çıkaramadım kim olduğunu. Ama ilk sayfalardan itibaren 'Aaaa Bayan Börek İle...

Helga Bansch en sevdiğim yazarlardan. Adını unutsam çizimlerini unutmadıklarımdan. Elimdeki kitap için de aynı şey oldu. Yazarın adı tanıdık geldi ama çıkaramadım kim olduğunu. Ama ilk sayfalardan itibaren “Aaaa Bayan Börek İle Köpeği Çörek’in çizeri ve yazarı bu kadın” dedim kendi kendime. Hatta sadece kendi kendime değil, yanımdaki küçük cadıya da “Bak hatırladın mı? Bayan Börek İle Köpeği Çörek’teki çizimler” dedim. Beraberce hatırladık o güzel çizimleri tekrar. Ayrıca belirtmem gerekiyor çok sevdim ben o kitabı. Bu yazıya konu olan kitap da işte Helga Bansch’a ait yine. Türkçe’ye Dürrin Tunç tarafından çevrilen ve Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitap oldukça kıymetli.

Hayatın içindeki sorunları ve sorun olarak gösterilenleri öylesine güzel ve uysal bir şekilde yok ediyor ki yazar; ara ara çıkarıp okuyoruz kitaplarını. Sevgi ve hoşgörü teması tüm yazılarda gösteriyor kendisini. Bayan Börek ve Köpeği Çörek üzerine yazmıştım keyifle. Sonra durmadık ve o kitabın kapak resmini oyun hamuru ile resimledik küçük cadımla. Bu kitabı da, en az onun kadar dinlendiriyor insanı. İnsan olmanın erdemleri üzerine olumlamalar yapılır ya, işte Helga o olumlamalara çağırıyor bizi; hem de en ince sesiyle. Çizimleri, sözleri ve kahramanlarıyla çağırıyor bizleri o olumlamalara. Sadece yaşama ve canlılara saygı var bu kitaplarda. İşte sırf o “sadece” dediğim kısım için bile defalarca okunmaya değer bu kitaplar.

Yaramaz Fareler adlı kitabın hikayesi oldukça tanıdık aslında. Yani, hayatımızın bir anında karşı karşıya kalabileceğimiz bir konu önümüze geliyor kitapla. Evinde fareler olan bir kadının onlarca mücadelesi konu alınıyor. Ne yaparsa yapsın farelerle baş edemiyor ve evdeki tüm yiyecekler sırayla istila ediliyor farelerce. Küçük bir kedisi olan kadın çareyi evi terk etmekle bulacağını düşünüyor. Topluyor tasını tarağını, bir de kedisini ve bir apartman dairesine taşınıyor. Ancak gittiği yerde eski evindeki telaşlar olmasa da hayatta bir şeylerin eksildiğini de görüyor kadın. Bakıyor ki her yerin beton ve asfalta terk edildiği bu şehir hayatında eksikler daha da fazlalaşıyor. Örneğin eski evindeki bahçesi, elma ağacı ve evini bölüşmek zorunda kaldığı canlılar yok. Kuşların cıvıltılarını duyamadığı ama oldukça kalabalıkla baş başa kaldığı bu yeni yaşamına pek alışamıyor Gülsen hanım.

Gülsen hanımla beraber biz de garip bir yalnızlık duygusuna kapılıyoruz aniden. Arada bir parklara giden Gülsen hanım, yanında kuşları ve sincapları beslemek için ekmek kırıntıları götürüyor yanında. O an aklından geçenler ise bu canlıların yiyecek bulamayacağı. “Kışın aç kalıyorlar, tıpkı fareler gibi” diye sözler dökülüyor aniden yazardan elimize. O anda kararını veren Gülsen hanım tekrar eski evine, yani kır evine geri dönüyor. Kapıyı “Biz geldik!” diye neşeyle açıp farelere sesleniyor. Sonra da onlara yiyeceklerden oluşan bir yol ve yolun sonunda da bahçede bir yer ayarlıyor kalmaları için. Fareler de hem yiyecek buluyor hem de iyice büyümüş kedinin varlığından duydukları endişe ile yeni yuvalarına alışıyorlar.

Resimler öylesine güzel ki, bazen sözü bırakıp sadece resimlere bakıyorum okur olarak. Çantalarını hazırlamış, bebeklerini arabalara yüklemiş farelerin kendi yeni evlerine yolculuğu oldukça duygusal geliyor aslına bakarsanız. Yazar hem şehir hayatı ile kır yaşamını karşılaştırmamızı sağlıyor; hem kendimiz dışındaki canlılar için el uzatmanın iyileştirici yanını gösteriyor. Elbette sadece bu kadar da değil. Aslına bakarsanız mültecileri de düşündüm bu kitabı okurken. Aniden ve sadece hayatta kalmak için bir başkasının mekanına yerleşmeleri ve kendilerine yaşam alanı açmaları ve karşılaştıkları muamele ile maalesef bana mültecilik kavramını da hatırlattı.

Ayrıca kitabın arka kapağındaki sözler oldukça anlamlı ve önemliydi. Bu nedenle onu da buraya aktarmak istiyorum; “Birlikte Yaşamak Mümkün… Yeter ki Anlaşmaya Gönlün Olsun!.” Daha ne diyebilir ki bir yazar. Daha nasıl anlatabilir ki derdini, dert saydığını anlatmanın ötesinde çözmek için uğraştığını. Helga’nın sözlerini, çizimlerini okurken diğer taraftan geçtiğimiz hafta bir canlının (utanarak yazıyorum ki, insan denilen bir canlının), bir köpeğin anüsüne biber koyup etrafını sakızla kapatması ile ilgili haberi okuduk. Utanmak yeterli midir okuduklarımız, yaşadıklarımız ve şahit olduklarımız için? Edep, ahlak, etik ve en çok da adalet gibi kavramlar birileri dileğince rafa atsın diye mi konuldu acaba hayatlarımıza? Acaba boşuna mı onca mücadele veriliyor yaşamı daha olumlu hale dönüştürmek isteyenlerce? Ya da sorumu tersinden sorayım; sahiden artık ne zaman hayvanlara yapılan istismar ve işkence türleri en yüksek cezai işlemlerle karşılanacak? Acaba ne zaman hukukçular yapılanın şiddet türü ne olursa olsun adalet duygusunu yok ettiğini görecek ve hayvanlara yapılanlar için cezai işlemleri değiştirmek için çabalayacak. Ne zaman şiddetin en yüksek cezai işlemle karşılaşmaması halinde türevlerinin hayatlarımızı rehin aldığını anlayacağız? Ya da tüm sorularımı boş verin de sadece kendi kendinize adı insan olan bir yaratığın neden bunu yapabileceğini düşünün. İnsan neden şiddet uygular? Dört kelimelik bir soru işte kafamda. Neden kendinden zayıf olana zulmetmekten haz alır? Neden kötülük için nefes alır, neden kötüyü ister? Nedir onu bu hale getiren? Nedir yaşamımızı cehenneme çeviren bu haller? Neden dünyanın öbür ucunda (ve elbette yaşadığımız coğrafyada da benzer insanlar var) bir insan kendisine çocuklara iyi şeyleri gösterip, öğretmeyi istiyor da bir başkası şiddetten haz alıyor, aldığı hazda hepimizi ölüme terk ediyor?

Umuyorum yazarlar gibi hukukçular ve siyasi karar mekanizmaları da yaşamdan yana alacakları tavır ile dünyanın sadece basit bir parçası olduğumuzu anımsatırlar. Aldıkları karar ile kendimiz dışındaki canlılara yaşam hakkı vermenin önemini gösterirler. Hayvanlara şiddet uygulayan ve istismar edenleri de en yüksek cezai işlemle karşı karşıya bırakır ve caydırıcı kararlara ortak olurlar da en azından insan olmaktan dolayı yaşadığımız utançtan bir parça kurutuluruz. Çok zor değil bu. Gerçekten değil. Belki sadece Helga Bansch okumakla başlayabiliriz. Hayatlarımıza iyi ve olumlu olan değerleri alarak başlayabiliriz. Yaşınız kaç olursa olsun, belki kendi cehenneminizi başkalarına da yaşatmaktan vazgeçer ve belki kafatasınızın içinde taşıdığınız dimağınızı kullanmaya karar verirsiniz ey şiddet uygulayanlar. Son kullanım tarihi geçtiğinde zehirliyorsunuz etrafınızdakileri çünkü. Çünkü tam da bu sebeple ortaya döktüğünüz zarar için adım atma zamanı…

SON DAKİKA HABERLERİ

Saadet Sevinç Doğan Diğer Yazıları