Etik dışı bir kurtarma hikâyesi
Birkaç gündür medyada geniş yer bulan, 23 yaşındaki genç Barış’ın evinden zorla çıkarılması haberini büyük...
Birkaç gündür medyada geniş yer bulan, 23 yaşındaki genç
Barış’ın evinden zorla çıkarılması haberini büyük ihtimalle siz de
görmüşsünüzdür.
Ben de sosyal medya üzerinden bu görüntülere maruz kaldım.
Ardından hepimiz, Barış’ın berbere ve hamama götürüldüğüne tanıklık
ettik.
Öyle bir çıkarılıştı ki bu, birçok kişi neden kucakta götürüldüğünü
sorguladı.
Tüm süreç, baştan sona Barış’ı ve onun en savunmasız anlarını
izleyenlere sundu.
Bu sahneleri izlerken içimde biriken rahatsızlık hissini tarif
etmeye çalışmayacağım; çünkü bazı şeyler yalnızca hissedilir ve
orada kalır.
Ama bu yazı, tam da orada kalan o hissin sesi olsun istiyorum.
*
Bu olay, dışarıdan bakıldığında bir ‘kurtarma hikâyesi’ gibi
sunulsa da aslında yaşanan şey, insanın en temel haklarının,
kırılganlıklarının ve mahremiyetinin pervasızca hiçe
sayılmasıdır.
Barış’ın evinden zorla çıkarılması, sadece fiziksel bir müdahale
değil; onun iradesine ve onuruna yapılmış bir müdahaledir.
Bir insan ruhsal bir çöküş içindeyse, bu çöküş; tıraş edilmekle,
hamama götürülmekle, görüntü verilerek temizlenebilecek bir şey
değildir.
Bu yaklaşım, ruhsal sorunları estetik bir soruna indirgeyerek
insanın içindeki karmaşayı, sadece dış yüzeyini düzeltmeye
çalışarak yok sayar.
*
Oysa Barış’ın yaşadığı ruhsal halin ne kadar derin olduğunu kimse
tam olarak bilemez.
Belki de dış dünyayla bağını kopararak kendini korumaya
çalışıyordu.
Belki bu geri çekilme, onun bir tür savunmasıydı; kendilik
duygusunu korumaya çalışan son içsel hamlesiydi.
Bu yüzden, böylesi hassas ve kişisel bir duruma yaklaşırken önce
saygı, sonra da sabır gerekir.
Ama ne yazık ki gördüğümüz şey, saygıdan çok teşhir ve sabırdan çok
gösteri arzusu oldu.
Yetkililerin Barış’ı evinden çıkarırken sergilediği tavır ve
sürecin kameralara adım adım yansıtılması, insanın sadece bedeniyle
değil, ruhuyla da kamuoyuna ifşa edilmesidir.
*
Bunun adı acı pornografisidir.
İzleyenin kendini iyi hissetmesi, yardımsever veya ‘duyarlı’
sayması için bir başkasının acısının sergilenmesidir.
Görüntülerde yer alan her detay — kucakta taşıma, kameraya yansıyan
yıkanma sahnesi, tıraşın grotesk bir biçimde sunulması — dramatik
ve rahatsız edici bir ‘hikâye’ kurgusunun parçası haline
getirildi.
Ancak burada bir hikâye yoktu.
Burada bir insan vardı.
Ve biz onu değil, onun üzerinden üretilen gösteriyi izledik.
*
İnsan olmak, sadece normlara uymak değil aynı zamanda acı çeken,
bazen susan, bazen kaçan, kırılan ve yeniden toparlanmaya çalışan
bir varoluş biçimidir.
Ve bu varoluş, hamam sahnesiyle temize çekilecek kadar basit
değildir.
Barış’ın eve kapanması, belki de bir kırılmanın, belki de bir
reddedişin dışavurumuydu.
Toplumun ‘deliler hapishanesi’ dediği sınırların dışında kalmayı
tercih etmiş olabilir.
Belki de herkesin delilik dediği şeyin ortasında, elinde kalan son
şeyi — kendi olabilmeyi — tutuyordu.
Bunu bilemeyiz.
Ancak bilmediğimiz bir şeyi böylesine hoyratça açığa çıkarmaya
hakkımız da yoktu.
*
Oysa bu hikâyede olan şuydu:
Bir birey, kendi kırılganlıklarıyla var olmaya çalışırken, devlet
eliyle, kameralar eşliğinde, rızası dışında toplumun gözü önüne
serildi.
Bu gösteri ne bir yardım eylemiydi ne de şefkat içeriyordu.
Görüntüler aktı, haberler tıklandı, yorumlar yapıldı.
Vicdanlar da sözde bir görevi yerine getirmişçesine rahatladı.
Artık bir sonraki hikâyeye geçebiliriz.
Ama şunu unutmadan:
Barış hâlâ orada.
Görüntüler ise arşivde, haber yığınlarının arasında, her an
karşısına çıkmak ve ona kendi hikâyesini yeniden hatırlatmak üzere
yerini aldı