Dönme Dolap
Hayat dönme dolap gibidir; her bir harekette roller, sorumluluklar ve gördüklerimiz değişir. Bazen aşağılara iner bazen de yukarıdan yıldızları...
Hayat dönme dolap gibidir; her bir harekette roller,
sorumluluklar ve gördüklerimiz değişir. Bazen aşağılara iner bazen
de yukarıdan yıldızları izleme şansına sahip oluruz. Ancak, bu
dolaptan ne inebiliriz ne de yerimize bir başkasını oturtabiliriz.
O döner, biz de onunla beraber dönmeye devam ederiz.
Hayatın bir gün bize sorumluluklarımızı tek tek hatırlatacağını
biliriz ancak bunun hangi gün olacağını bilmeyiz.
Yaşamın ağırlığı büyük bir gürültüyle değil, ince ince sızarak
gelir.
Ve biz, bu sorumlulukların hiçbirini bir başkasına
devredemeyeceğimizi biliriz.
Biliriz, ancak bunu bilmek bizi zaman zaman sıkıştırır da.
Evlerin temizlenmeye, toparlanmaya; ilişkilerin dengeye ve ilgiye,
kendimizin ise öz bakıma ihtiyacı vardır.
Bütün yükten mükellef olmakla birlikte, her şeyi kenara koymak
istediğimiz anların olması da çok insanidir.
*
Sürekli yetişme çabası ve sürekli bir onarma hali tüketici
olabilir.
İnsan, kendi hayatının tamircisidir.
Gevşeyen her vidayı sıkmak, rüzgâr alan pencere kenarlarını
sağlamlaştırmak gereklidir.
Yaşam halının altına süpürülemeyecek kadar
gerçektir.
Çünkü aksayan, saklanan, ertelenen her şeyin bize dönme, bize
çarpma gerçeği vardır.
Yorgunluklar sorumluluklarımızın bir sonucu olsa da yaşadığımız
hayatın en büyük kanıtıdır da.
*
Sadece işler ve ilişkiler değil, duygular da sorumluluk ister.
Ölüm dışında ‘yas’ tutulan başka kayıplar da
vardır.
Hayalini kurduğumuz ama hiç gerçekleşmemiş ihtimaller; bir zamanlar
çok sevdiğimiz ama artık yanımızdan geçen dostluklar…
Bazen bir arkadaşlığı gömmek, bir hayali defnetmek
gerekir.
Buna keder deriz belki ama o keder de büyümenin bir parçasıdır.
Hayat bize sürekli yeni sorular sormaz; bazen sadece, geride
bırakamadığımız yükleri ısrarla taşımaya devam etmemizi izler.
Sonra mı?
Sonra büyürüz…
*
Farkında olmadan, bir zamanlar bize yön veren ebeveynlerimizin yol
göstericisi oluruz. Onların elinden tuttuğumuz anlarda, hayatın
döngüsü yüzümüze tokat gibi çarpar.
Bir zamanlar çocuk olduğumuzu hatırlar, ama aynı anda artık
olmadığımızı da kabul ederiz. Zaman hızlanır; biz
istemesek de roller değişir, alışkanlıklar değişir, hayatın ağırlık
merkezi yer değiştirir.
Ve bütün bunlar öyle ani olur ki, hazırlıklı olup olmayışımızın pek
bir önemi kalmaz.
Yaşam, bizden izin istemez.
Güçlü olup olmadığımızı, hazır olup olmadığımızı sormaz.
Yaşanacaklar vardır, başımıza gelecekler bir de.
Yaşanacaklar olur.
Gelecekler gelir, gider, gelir…
Biz de çoğu zaman ayak sürüyen bir iradeyle, olup bitene yetişmeye
ya da olup bitenden kaçmaya çalışırız.
*
Hayat tam da budur.
Kimseye devredemeyeceğimiz uzun bir nöbet gibidir.
Acılar da başarılar da sorumluluklar da mutluluklar da –hepsi–
nihayetinde bizimdir.
Bir saatliğine bile olsa yerimize geçecek birini bulamayız.
Böyle bakınca korkutucu gelse de yaşamak böyle bir şeydir;
öğrenerek, içinden geçerek, eksilerek ve artarak…
İnsanı insan yapan tüm bu geçiş değil midir?
Ansızın geleni karşılamaya devam edebilmek,
Yeniden başlamak,
Yeniden ayağa kalkmak,
Yeniden toparlanmak…
Kendi yaşamının hem yıkıcısı hem de kurucusu
olmak.
Ve nihayetinde, bir gün geriye dönüp tüm bu yükleri taşıyan kişiye
yani kendimize büyük bir iç rahatlığıyla sessizce teşekkür
edebilmek.
Yaşamaktan korkma,
Yaşamda kal.