Bitmeyen Yas ve Kaçış
Herkesin kendince kaçtığı, saklandığı bir yerler vardır.Kaldıramayacağını düşündüğünde ya da yüzleşmek ağır geldiğinde...
Herkesin kendince kaçtığı, saklandığı bir yerler vardır.
Kaldıramayacağını düşündüğünde ya da yüzleşmek ağır geldiğinde
sığınacağı bir mağara ya da ağaç
kovuğu...
Özellikle kayıtsız kalamayanlardansanız, çevrenizde olup bitenler
bünyenize daha ağır gelir.
Benim de birçokları gibi zorlandığım günler oluyor.
İnanmak istemediğim, kaçmaya çalıştığım duygu durumlarının içinde
buluyorum kendimi.
*
Geçtiğimiz hafta Gebze’de meydana gelen bina çökmesi, psikolojik
olarak hepimizi yıprattı.
İsyan, kızgınlık, güvenlik sorgulaması, kendini her an
koruma refleksi derken aynı anda birden fazla tuşa
basıldı.
Dengemiz, yine bir insanlık faciasında altüst olurken, son
senelerde yaşadıklarımızın ağırlığı altında ezilmeye devam
ettik.
Dilara’nın kurtuluşuna sevinirken, gencecik yaşında tüm ailesini
kaybetmiş olduğu gerçeğiyle derinden sarsıldık.
*
İmkansızlıklar, ekonomik koşullar, toplumda oluşan sınıflar arası
eşitsizliğin gitgide artması derken; neyi nereden tutup analiz
edeceğimizi şaşırdık.
Bu kadar çok yara birikmişken psikoloji ne kadar
iyileştirebilir, sosyoloji böylesine altüst olmuş toplumsal
dengeleri ne kadar çözümleyebilir ki?
Yaralarımızın birini sarmadan, onarmadan ve ruhlarımızı
şifalandırmadan hızla elem verici bir olaya geçiş yapıyoruz.
Hazır olup olmadığımız kimsenin umurunda değil.
Veyahut da nasıl atlatacağımız...
*
Herkes kendini iyileştirmenin bir yolunu bulmak zorunda,
öyle ya!
Hiçbirimiz terazide dengede değiliz.
Her an devrilebilir, yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya kalabiliriz.
Üstelik bu terazi güven de vermiyor.
Uzun süreli yolculuğa, gelecek planlamasına uygun değil.
Ya kendi yolumuzu bulmak ya da bize emniyetli gösterilen yollardan
bir an önce çıkmak zorundayız.
*
Başka türlüsü, geleceğe dair şiirsel bir gözle bakmamı
sağlamıyor.
Yaşadıklarımız romantize edilebilecek türden değil.
Hepsi en dibine kadar gerçek, sarsıcı ve sağır edici.
Belki de Jose Saramago’nun Körlük adlı eserindeki
insanlar gibi günden güne körlüğümüz artıyor ve bu durum görünmez
şekilde bulaşıcı.
Gözlerimizin gerçeğe yeniden açılabilmesi için hakikati görmeye
razı olmamız gerekiyor.
*
İşte ben de böyle zamanlarda kitaplara daha çok dönüyorum
yüzümü.
Kaçıyorum desem de bir kaçıştan çok metinlerin güven verici
kollarına sığınmak benimkisi.
Daha çok okuyor, daha hızlı sayfa çeviriyorum.
Belki de içinden geçtiğimiz sert günlerin dikenli telleri canımı
daha fazla yakmasın diye edebi metinlerin duygu dünyasına sırtımı
yaslıyorum.
*
İşin sonunda gökten üç elmanın düşmesi ya da
sevenlerin kavuşması gibi bir idealim yok.
Hayalini kurduğum; insanca yaşamanın mümkün olduğu, güven
duygusunun sınırlarının belirsizleşmediği, insan hayatının
tezgâhtan düşen bir limon kadar değersiz görülmediği, yani
yaşamın böylesine ucuz olmadığı bir ülkede insanlığımızı
kaybetmeden var olabilmek...
Çok mu şey istiyoruz dersiniz, dostlar?