Bir ağacın gözünden

Bazen insan, büyük değişimler yerine, yalnızca bir ağacın kökünde durmayı ister. Çünkü bilir ki, orada dünyanın...

Bazen insan, büyük değişimler yerine, yalnızca bir ağacın kökünde durmayı ister.

Çünkü bilir ki, orada dünyanın hızından uzak, yaşamın gerçek ritmini hatırlatan bir gerçeklik vardır.

Sabahın erken saatlerinde sessizliği arayarak ormana doğru yürüdüm.

Ormanın vaat ettiği tek şey dinginlikti.

Toprağı nemli, havası serin, güneşi dalların arasından huzmeliydi.

Dünya her adımda sessizleşti.

Ağaçlar oradaydı; kimseye bir şey kanıtlamadan, hiçbir yere yetişmeden.

Onların arasından süzülürken Herman Hesse’nin Ağaçlar kitabındaki satırlar aklımdan geçti:

“Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaşmış büyük insanlar gibi, Beethoven ve Nietzsche gibidirler. Tepelerinde uğuldar dünya, kökleri sonsuzluğa uzanır ama sonsuzlukta kaybolup gitmez, var güçleriyle tek bir şey için, onlara özgü, onlara içkin yasayı yerine getirmek, büyüyüp serpilmek, varlıklarını ortaya koymak için çabalarlar. Hiçbir şey daha kutsal, hiçbir şey daha mükemmel değildir güzel, güçlü bir ağaçtan.”

Gerçekten de öyle; ağaçlar sadece var olurlar.

Ve o varoluşun dinginliğinde insana bir tür teselli vardır: kök salmak, olduğu yerde büyümek, göğe doğru uzanırken toprağı unutmamak.

İnsan sürekli hareket hâlinde; durmayı, kök salmayı bir eksiklik gibi görüyor.

Oysa bir ağaç, büyümek için yerinden kıpırdamaz.

Güneşi geldiği gibi kabul eder, yağmuru da öyle.

Dalları kırıldığında yeniden uzar; toprağın altında sabırla bekler.

Bizse her fırtınada yön değiştirmeyi öğrendik.

Belki de bu yüzden, içimizdeki köklerin sesini ya duyamıyor ya da duymakta zorlanıyoruz.

Ağaçların bilgeliği, sessizliklerinde saklıdır.

Onlar konuşmaz ama bize her şeyin bir zamanı olduğunu hatırlatır.

Bir tohum, bir mevsimi atlayarak filizlenmez.

Fakat insan, her şeyin hızlıca olmasını ister; sonuçları, süreçlerden daha çok sever.

Oysa büyümek ve serpilmek, aynı zamanda zamanını da bekleyebilmek demektir.

Bir ağacın kökünde oturduğumuzda dünya küçülmez, sadece anlamı sadeleşir.

Karmaşık düşünceler, işlemler yerini daha basit bir açıklığa bırakır.

Var olmanın, köklerin toprağa dokunmasının yeterli olduğu bir dengeyi fısıldar.

Belki de doğanın bizlere verdiği en büyük ders budur: hiçbir şey acele etmez, ama her şey olur.

Zaman zaman insanın yapabileceği en iyi şey, ağaçların bilgeliğine sığınmak olmalıdır.

Çünkü oradaki ‘daha fazlasını istememe, fazlasına sahip olmama’ hali, varoluşun yalın gerçeğini anlatır.

Ağaç, bize yaşamın büyüklüğünün gösterişte değil, köklerin sessiz gücünde olduğunu fısıldar.

Ve bir an gelir ki, insan kendi gölgesine bakarken bir ağacın çocuğu olduğunu fark eder.

Aynı topraktan, aynı sudan ve aynı ışıktan gelen bir çocuk.

Evet, artık her şey yerli yerindedir.

Ağaç, rüzgâr, güneş ve insan…

Hayat ise kendi ritmini kimseye sormadan sürdürür.

Tam da olması gerektiği gibi.

SON DAKİKA HABERLERİ

Esra Aydın Diğer Yazıları