Emniyet müdürümüzden açıklama bekliyorum!
Benim kendileriyle bir derdim olmadığı halde aylardır fütursuzca bir saldırı halindeler. Nedenini anlamıyorum. Aslında anlıyorum da üstünde durmak istemiyorum. Gazete Barış bu kentte bir boşluğu doldurdu ve bu durumdan hoşnut olmayanlar var....
Benim kendileriyle bir derdim olmadığı halde aylardır fütursuzca bir saldırı halindeler.
Nedenini anlamıyorum.
Aslında anlıyorum da üstünde durmak istemiyorum.
Gazete Barış bu kentte bir boşluğu doldurdu ve bu durumdan hoşnut olmayanlar var.
Özellikle 2016’da yaşanan FETÖ darbe girişimi sonrasında ilimizde basın işleri bambaşka boyuta geldi.
İki tane büyük gazete FETÖ nedeniyle kapandı, mallarına el konuldu.
Devlet hala araştırmalarını yargı üzerinden sürdürüyor.
Bizim kimseyi bir şeyle itham etmek gibi hadsizliğimiz olamaz.
Yargı ne karar verirse ona inanmak zorundayız.
Ayrıca onlar gibi çamurlaşmayacağımı zaten en başında söyledim.
İstedikleri kadar saldırsınlar, benden bu saldırılara karşılık bulamayacaklar.
Onlara o primi vermeyeceğim.
Diyeceksiniz ki, o zaman bu yaptığınız ne?
Bugün farklı bir şey için konuya giriyorum.
Biz gazetecilere yapılan “ÇİFTE STANDARTI” yetkililerin gözüne sokmak istiyorum.
*
İsmet Çiğit denen “kıymetli“ meslek büyüğümüz var ya hani;
Hani şu isim vermeden tüm CHP’li kadınları rencide eden, isim yazma cesaretini kendinde bulamayan aciz, gazeteci büyüğümüz!
Çünkü isim yazsa çok iyi biliyor ki davadan yırtamayacak.
Çıkıp “bana hakaret etti” dese birisi(!), yok efendim üzerine alındı diyerek bir aşağılama daha yapacak.
Ne de olsa yılların gazetecisi.
Bu işin raconunu ondan daha iyi kim bilebilir?
İşte onun önceki günkü yazısındaki bir detay dikkatimi çekince “bu kadar da olmaz” dedim.
*
Kendi adıma örnekleme yaparak başlayayım.
Gazetecilik hiç kolay bir meslek değil.
Bazen öyle bir haber yakalarsınız ki; o haberi yaptığınız takdirde yolun sonu karakoldur, ardından mahkemedir.
Ama gazetecilik dürtüleriniz sağlamsa bundan zerre korkmaz, haberi yaparsınız.
Bazen de gazetenin genel yayın yönetmeni olarak bir çalışanınızın haberinden dolayı karakola ifadeye çağrılırsınız.
Siz, belki de o haberi okumadınız bile ama bu sizin sorumlu olmadığınız anlamına gelmez!
Mecburen tıpış tıpış karakolun yolunu tutar, oradan ter dökmüş vaziyette çıkarız.
*
Karakollar bana hep soğuk ve ürkütücü gelmiştir.
Devletle karşı karşıya geldiğimi hissederim oralarda.
Kolluk kuvvetlerinin hepsine sonsuz saygı duyar, o binalara ciddiyetle girer ciddiyetle çıkarım.
Genellikle Yazı İşleri Müdürümüz Yılmaz Karabıyık’la beraber çağrılırız.
Resmiyette bizi gazete statüsünde saymayan devlet, iş şikayete geldi mi, savcılık harekete geçiyor ve gazeteciliğin kriterlerine göre yargılanıyoruz.
Bundan en ufak bir şikayetim yok.
Hamama giren terler. Ortalama ayda iki kez o karakolların birine mutlaka gidip ifade veriyoruz.
Dolayısıyla tecrübemiz duayen gazeteci sıfatını kendine hak gören İsmet Çiğit’ten hayli fazla.
*
Kendisi yeni yol arkadaşıyla bir araya gelene kadar karakol nedir bilmediğini söylemiş.
Bu da onun ne kadar konforlu gazetecilik yaptığını gözler önüne seriyor.
Çünkü gazetecilik muhalifliktir, risktir, konforundan fedakarlıktır.
Biz bu tür şeyleri mesleğin onurundan sayarız.
Hele de o ifadelerin onda biri bile mahkeme açılmasına yeterli görülmemişse, takipsizlikle sonuçlanmışsa bu yaptığımız haberin kamuyu aydınlatma adına kamu yararına aykırı olmadığını gösterir.
*
Tabi, bunun için iyi bir savunma mekanizması gerekiyor.
Savcılık o ifadeyi okuduğunda kanunlar neyi gerektiriyorsa onu yapacağı için çok dikkat ediyoruz.
Karakoldaki polis memurlarının ciddiyeti ister istemez sizi geriyor.
O gerilimle verilen ifadeler bazen eksik bile kalıyor.
Ama bizim duayenimiz ikinci karakol tecrübesinde işi çözmüş bile.
Devletin savcısı bir şikayetten dolayı Sayın Çiğit’in karakolda ifadesinin alınmasını istemiş.
Ama Sayın Çiğit şikayeti ANLAMSIZ bulduğu için,
Savcının ifade istemiyle adeta ti geçerek, ifade verme zahmetini kendinde görmeyip, yanındaki gazeteci dostuna ifade verdirmiş.
O da en sonunda kendinde ait olmayan ifadeye imza atmış.
Neymiş, arkadaşı bu işlerde çok tecrübeliymiş.
Evet, çok tecrübeli bu doğru.
Ama bu devletin polisine senin yerine ifade verme hakkı tanımaz!
Şaka gibi!
*
Evet, Sayın Çiğit yazısında bu durumu şu cümlelerle itiraf etmiş:
“Ben sanıyorum ki yine Tahir Büyükakın veya Fatma Kaplan Hürriyet, ya da Cengiz Sarıbay hakkımda şikayetçidir.
Meğer hakkımdaki şikayetçi Hüdaverdi Çiçek’miş…
Bu adamı sokakta görsem tanımam, bilmem.
Bir kere Güngör’ün davası için gittiğim adliye koridorunda görmüştü.
Kendisini çok başarılı, çok büyük işadamı olarak tanıtan, Cezmi Çiçek sahte adını piyasada kullanan, ilimizdeki yandaş gazetecilere haftada 50-100 TL para atıp, hakkında olumlu yazılar yazdıran bir adam. Ben bu Hüdaverdi hakkında yazı yazmadım. Dediğim gibi sokakta yanımdan geçse tanımam.
Gazete çıkmadan önce, SES’in internet sitesinde Güngör’ün yazdığı yazılara kızmış, avukatına emir verip şikayetçi olmuş. Avukatı da, herhalde Hüdaverdi’den daha fazla para koparmak için, Güngör’le birlikte benden de şikayetçi olmuş..
İfadeyi alacak polis memuru da bu işi anlamadı. Güngör bu işlerde çok tecrübeli.
Ben çayımı içerken Güngör, iki satır benim adıma ifade yazdırdı.
Bu arada Polis Merkezi’ndeki polis dostlarla Kocaelispor’un efsane taraftarlarından rahmetli Demirci İbo’nun kulaklarını çınlattık andık”
*
Görüldüğü gibi Sayın Çiğit, Savcılığın talebini ciddiye almamış.
Sadece o mu? İfadeyi alan Polis Memuru da bu duruma anlam verememiş.
Mecbur bir şeyler karalayıp Savcıya dosya gidecek düşüncesiyle, polis memuru sorumluluğundan kurtulmak için Çiğit’in yerine arkadaşının ifadesini kabul etmiş.
Bakın, polis memurunu zor durumda bırakmak değil amacım.
Ama bu yapılanın doğru olmadığı da ortada.
Ayrıca bu “Çifte standart” niye?
Ben yazmadığım bir haberde bile ifade vermeye zorlanırken, Çiğit kendi yazdığı habere bile cevap verme, savcıyı muhatap alma gereği durmuyor.
Polis de bunu anlayışla karşılıyor, öyle mi?
O zaman biz de mi aynısını yapalım?
Gazetede kim daha kıvrak cümleler kuruyorsa karakola yollayalım, ben de altına imza atayım.
*
Aslında Sayın Çiğit yapılanın usulsüzlük olduğunun farkında.
Bunu nereden anlıyoruz?
Yazısının sonunda Kocaeli İl Emniyet Müdürü Veysel Tipioğlu’na yaptığı “Güzellemeden”
Çiğit, yazısının sonunda alakasız biçimde 18 yıl önce işlenen Koçarslan cinayet dosyasını yeniden açıp, sanıkların tutuklanmasını sağlayan Emniyet Müdürüne teşekkür etmiş.
Ama eksik bırakmış.
Bir teşekkür de, kendisinin yerine başkasının ifade vermesine izin veren, halden anlayan, kime nasıl davranacağını iyi bilen polis memuruna da bir teşekkür yakışırdı.
*
Onu bunu bilmem!
Bu olay neresinden bakarsanız bakın şık değil, etik değil, kanuna uygun değil!
Emniyet müdürümüz kendisine edilen teşekkürün rehavetinden bu durumu gözden kaçırdı diye düşünerek, yazıyı bir kez daha okumasını tavsiye ediyorum.
Aynı şekilde Basın Savcısı da öyle…
Şikayet evrağını ti’ye alanların karakolda makara yaptıklarını duymadı sanırım.
Yoksa bu işler adamına göre mi yapılıyor?
Bunun böyle olduğunu hiç sanmıyorum.
Gerek Emniyet Müdürümüzün, gerekse Basın Savcımızın konudan haberi olmadığına inanmak istiyorum.
Kendilerinden bir açıklama beklediğimi ifade ediyorum.
Yapılan sadece bana mı yanlış geliyor?
Öyleyse eyvallah!