Fırtına öncesi sessizlik: EYT!
Umuttur insanı ayakta tutan… Umut yitti mi, kaybedecek bir şeyi kalmadı mı, çırpındıkça batmaya terk edildi mi, çaresizliğe itildi mi, mağduriyetlerine çözüm üretilmedi mi, hakkı olanı alamayacağını anladı mı, elinden ne geliyorsa...
Umuttur insanı ayakta tutan…
Umut yitti mi, kaybedecek bir şeyi kalmadı mı,
çırpındıkça batmaya terk edildi mi, çaresizliğe itildi mi,
mağduriyetlerine çözüm üretilmedi mi,
hakkı olanı alamayacağını anladı mı,
elinden ne geliyorsa hiçbir şeyi düşünmeden yapar insan…
Hırs başlar, öfke başlar, husumet başlar…
Nefret başlar…
Bugün bir siyasi partiye emek verip, hak ettiği meclis üyeliği adaylığını dahi alamayanların istifalarına şahit oluyoruz değil mi?
Serzenişleri görüyoruz.
Alttan alta rakibe çalıştıklarını izliyoruz…
Bu, o şahsın emeğinin karşılığını göremediğine inanmasından kaynaklanıyor.
Hırs giriyor devreye, güvensizlik giriyor…
Oysa aday adayı olan herkes partisine emek verdiğini düşünüyor…
Herkes bu koltukları istiyor ancak alınabilecek kişi sayısı belli.
Misal 100 kişi istiyor, 30 kişi umduğunu buluyor.
İlla ki birileri açıkta kalacak…
Söz verilip de tutulmadıysa kızmakta, kırılmakta haklı olunabilir tabii ki ancak ondan ötesi hak gaspı kapsamında değerlendirilemez.
Buna rağmen insan bu ya hırslanıyor, aleyhte çalışıyor ya da küsüp kenara çekilebiliyor.
Bir siyasi partide hakkı olanın verilmediğini düşünüp de siyasi ideolojisini kenara bırakıp partisine oy vermeme, partisi için çalışmama, partisinin karşısında çalışma gibi hareketlere girişebilirken insanoğlu; emeklilikte yaşa takılıp kazanılmış hakkı göz göre göre verilmeyenlere ne demeye hakkınız var?
Sen en doğru, en dürüst, kente en iyi hizmeti sunacak birini aday yapsan ne yazar ki onlar için? Bakarlar mı buna? Haklarını savunan, Meclis’te onlar için mücadele eden partilerin adayı pasifmiş umursar mı? Daha önce sana oy vermiş, karşılığında hakkını geri alamamış; devam eder mi sana oy vermeye?
“Bir de bunlar türedi” demişsin, “Boş işler” demişsin, “Çocuklarımızın geleceği için gündemimizde yoklar” demişsin; canlarını sıkacak, çözümden uzak, umutsuzluğa iten ne varsa haykırmışsın; kanar mı vatan millet nidalarına?
Ailesini geçindirmekte zorlanan bir EYT’linin, hayatının kalan kısmını çift maaşla daha rahat geçirme talebini, “Erken emekli olacak gidecek başka bir işte de çalışmaya devam edecek. Yani çift dikiş. Böyle bir şey olamaz” sözlerinle geri çevirmişsin…
Yasaların geriye dönük işleyemeyeceği gerçeğini göz ardı edip, “Ülke batar” demiş, ancak ülkenin itibarı gerekçesiyle saraylar inşa etmişsin…
EYT’linin hakkını teslim etmezken; 2,5 milyon hanenin muhtaç olmasından yüksünmemiş, onlara seçim öncesi 80 liralık elektrik tüketim desteği sunmuşsun…
Toplantılar yapmışlar umursamamışsın; muhalefete önergeler, kanun teklifleri sundurmuşlar; reddetmişsin… Buna rağmen, EYT içindeki “Çöz EYT sorununu, oyum yine senin” diyen büyük bir kesimin senin adayını seçme özgürlüğünü elinden almışsın…
EYT’liler, Cumhur ittifakı adayı birinci derece yakınları olsa oy vermeyecek duruma gelmiş, “Vallahi billahi oy vermem” diyecek kadar gemileri yakmış; buna rağmen büyük bir cesaret örneği sergileyerek çözüm noktasında masaya oturmayı bile kabul etmemişsin…
EYT’liler, en son Ankara’da büyük bir buluşma gerçekleştirdi…
İzdiham gibi bir kalabalık vardı ki bu size bilenen EYT’lilerin ve yakınlarının 100’de biri bile değildi…
Şimdi sessizler…
İstanbul'da dev bir miting gerçekleştirme planları var ancak bu gerçekleşmezse de son kozlarını oynayacaklar; illerde yapılan buluşmalara katılan EYT’lilerden toplanan imzaları yarın Cumhurbaşkanlığına teslim ederek…
Beklemedeler…
Yaşı ilerlediği için iş bulamayan, orada burada ayak işleri yapmak zorunda olan EYT’liler, yaşa takıldığı için sağlık sorunlarına rağmen çalışmaya devam eden, yaşa takıldığı için çift maaş alamadığı için tüm borç yapılandırmaları altüst olan, tüm planları bozulan EYT’liler, “EYT çözülecek” haberlerine kanmıyor…
Karar, Resmi Gazete’de yayımlanmadığı sürece de kanmayacak…
Evet, şu an sessizler…
Fırtına öncesi sessizlik bu…
Yeterince haykırdılar, toplanan imzalar, onların son umudu…
31 Mart’ta kadar bu sessizlik EYT’lilerin sevinç çığlıkları ile son bulmalı…
Aksi takdirde 31 Mart gecesi rakiplerinizin sevinç çığlıkları bu sessizliği bozacak…
Malumunuz bir hayli TÜREDİLER!
---------
Kendine kanan dindar haramzadeler!
Haramı helali bilmeyen; dünyayı kendilerine diyar edinip ötesine inanmayanın çalıp çırpması ile sözde dindar olup, dünyanın nimetlerini sömüren, bölüşmeyen arasındaki fark ne?
Biri görünen, biri kandıran…
Biri sadece kişiliğine, karakterine, devlet imkanlarına zarar veren;
diğeri bunların yanı sıra dini de zedeleyen…
Biri namaz kılmadan götüren; diğeri namaz kılarken ihale, rant hesabı yapan…
Farklılar… Ama yedikleri halt aynı…
İşledikleri suç aynı…
İslam’a gerçekten bağlı olan, Allah’tan korkan, dünyadaki nefeslerinin sayılı olduğunu bilen, bu dünyada yiyeceği hakların kul affetmedikçe hesabının verilemeyeceğine inanan insan da yanlışa düşebilir elbet…
İçki içebilir, küfredebilir, Allah’ın yasak kıldığı şeyleri yapabilir…
İnsan bu beşer şaşar…
Her insanın yasaları çiğnemediği sürece, günah işleme özgürlüğü var bu ülkede…
Allah ile kul arasında olan şeyler bunlar…
Karışmaya kimsenin hakkı da yok, haddi de yok…
Ancak yolsuzluk, hırsızlık, arsızlık, hak gaspı; kısacası üzerinde kulun hakkı bulunan şeylerde böyle bir özgürlük söz konusu değil…
Kulun hakkını yiyeni affetme ya da affetmeme yetkisini kula bırakmış Yaratan… Hakkını yediğiniz kul, affetmediği sürece, cehennemin kapılarını kapatma şansınız yok kıldığınız namazla, okuduğunuz Kur’an’la…
İnanmayan ya da inanır gibi görünüp dini sömürenlerin yanı sıra gerçekten inanıp da kul hakkı yemekten kendini alıkoyamayanlar yok mu?
Var, hatta günümüzde bir hayli fazlalar…
Haramzadeler ama “Elhamdülillah Müslümanlar…”
Namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, kurban kesiyorlar, zekat veriyorlar, Hacca gidiyorlar… Ağızlarından Allah kelimesini düşürmüyor, cennetten yer dahi tapuladıklarını düşünebiliyorlar…
Ama Müslümanlar, inanıyorlar; bu dünyanın geçici olduğunu adları gibi biliyorlar…
Ölümün varlığından bihaber değiller…
Sorsanız kendilerine göre gerçekten İslam’a sıkı sıkıya bağlılar; hatta en çok onlar bağlı. Ama malı götürmekten de kendilerini alı koyamıyorlar.
Bir kılıf uyduruyorlar çünkü…
Ve uydurdukları kılıfa kendilerini inandırıyorlar.
Dini, kendilerine göre yorumlayabiliyorlar.
Dinimizin ‘eşe, dosta, akrabaya yardım edin’ emrini; devletin imkanlarından onlara torpil yapmakla bir tutabiliyorlar.
Adam kayırma, başkasının hakkını gasp edip onun hakkını bir başkasına verme; hakkedeni değil, senden olanı bir yerlere getirme gibi nice affı zor günahı işleyebiliyorlar…
Kendilerine attıkları yalanlar, bir zaman sonra onların doğruları oluveriyor.
Sanki dinimizde böyle bir şeyin yeri varmışçasına o yanlışlarını kendilerini inandırdıkları doğruları kapsamında artırarak devam ettiriyorlar.
Kendilerini kandırıyorlar sadece.
Hz. Ömer’in, devletin bir mumunu dahi şahsi işlerine kullanmamasını örnek almıyorlar… Hz. Ömer’in, eşine hediye edilen bir kokuyu dahi, “Bu sana değil, devlete hediyedir” diyerek bir damlasını dahi kullandırmadan başka kadınlara pay ettirmesini görmüyorlar.
Dindar olduğunu sanıyorlar, uydurdukları kılıflara kanmışlar ama haramzadeler…
Yedikleri kul hakkının zekatını vererek günahlarından arındığını zanneden zavallılar…
Bir zümreden bahsetmedim, güce yaslanıp malı götüren bir kısım sözde dindarın acınası durumuna dikkat çektim sadece…
Sözüm meclisten biraz içeri, biraz dışarı bu yüzden…
Alınan alınsın, yerin altı olduğunu da hatırlasın…
Kandırdıkları vicdanları, bir gün olsun sızlasın…
Tabii kaldıysa…