Fazıl Say'ı Sayanlar ve Saymayanlar
Yakın geçmişine baktığınızda onunla ilgili haberlerde 'hükümete muhalif duruşuyla dikkat çeken dünyaca ünlü piyanist ve kompozitör” sıfatı çıkıyor karşınıza. Fazıl Say'dan söz ediyorum. Geçtiğimiz haftanın önemli haber...
Yakın geçmişine baktığınızda onunla ilgili haberlerde “hükümete muhalif duruşuyla dikkat çeken dünyaca ünlü piyanist ve kompozitör” sıfatı çıkıyor karşınıza. Fazıl Say’dan söz ediyorum. Geçtiğimiz haftanın önemli haber başlıklarından biriydi. Fazıl Say’ı tanımayanlar da tanır oldu böylece.
Fazıl Say’ı sanatı ile seven ve yazılarını takip eden kesim kısmen homojen bir kesim. Sanatçıların toplum nezdinde kazandıkları değer ve başarı hikayeleri onların bir kısmını politik bağlamda da motive edebiliyor. Her sanatçı Orhan Gencebay kıvamında bir dengede duramaz.
Fazıl Say’ın başarı hikayesi “normal üstü” zihni performansıyla da çok ilişkili. Müzik konusunda iyi bir dinleyici olmama rağmen iddialı şey söyleyemem. İyi kötü mürekkep yalamış bir insan, sadece yazılarından ve konuşmalarından bir insanın zekasını ve zihin dünyasını ölçebilir. Kuşkusuz Fazıl Say büyük bir yetenek, çok kıymetli bir sanatçı ve memleket için “risk” alan bir aydındır.
Fakat sanatçıların duygu dünyalarındaki farklılıkları nedeniyle toplum açısından sakıncalı bulunan yanları da olacaktır.
Geride kalan on yıllık söylemine bakılınca Fazıl Say’ın sanatı dışındaki konumlandırmalardan çok yorulduğu anlaşılıyor. Twitter’da paylaştığı Hayyam’dan bir rubai sonrası aldığı ceza ve bu vesileyle bir kesim tarafından “inançsız” olarak yargılanmış olması onu hayli yıldırmış.
Müzik dili üzerinden Arabesk toplumun sanatına yönelik gereksiz ve ağır ithamı, onun politik anlamda “çaresiz” hissettiği zamanların dışavurumu olarak anlaşılmalıdır. Evet, dili sivridir. Ağır konuşmuş ve her bakımdan mahkum olmuştur.
“Ben de insanım, sinirlerime hakim olamadığım oluyor belki.” demiş yıllar önce ve Taraf Gazetesi’ne yazdığı iddia edilen mektupta “elçiye zeval olmaz” kabilinden barış için elini şöylece uzatmış:
“Uzlaşabiliriz... Evet, hatalı bir laf ettim sana, evet öfkeliyim sana, çünkü sen beni hiçbir zaman anlamaya çalışmadın, çünkü sen beni hep “öteki” olarak gördün, “Batı uşağı” dedin, “Elitist” dedin, “Kâfir” dedin, “Batı kültürünün taklidi” dedin, “Bizden değil” dedin ya da hep kaçtın, hep sıyrıldın, yüzleşmedin. Umurunda olmadı ne Nasreddin Hoca’nın danslarını bestelemem, ne Kara Toprağı, Veysel’i, Dede Efendi’yi, İstanbul Senfonisi’ni, Nâzım Oratoryosu’nu, rakı masasındaki Alevi Dedeleri, Saray’daki Harem kadınını, Odam Kireçtir’i, Altıok’u, Turgut Uyar’ı Yunus Emre’yi, Mezopotamya’yı, Hezarfen’i bestelemem. Piyanoda, “dünya birinciliği” almam, dünyanın her yerinde bir Türk olarak verdiğim konserlerim, Anadolu turnelerim, sana hep elimi uzatmak istemem, hiçbirisi umurunda olmadı.”
Karşılık göremeyince yasal politik zeminlerde misyon üstlenmeye ve rol almaya devam etmiş. Ruhat Mengi’nin paylaştığı mektup içeriğine göre “Varsa fikirler ne alâ, uygulamaya geçilmesini hemen isteriz, eğer yoksa sizin yerinize CHP’nin başına ‘iktisadi ve gerçekçi fikirleri-projeleri olan biri’ni istiyoruz. Açık ve net" diyerek Deniz Baykal’a, “müsaade edin de başkasıyla yol alalım” demiş.
Kasım 2015 seçimleri beklenen sonucu vermeyince de son noktayı koymuş aslında. Kafasında, pek çok heyecanı bitirmiş. Kırılmış, yılmış ve küsmüş. “Birçok kişi açısından artık "muhalif olmak" gerçekten kendini körü körüne yakmak anlamıyla eşitlenecek. Bu tabii ki yazık bir durumdur. Keşke demokrasi kazansaydı, "farklılıklar" eşit değer görseydi, keşke, keşke... Şartlar elvermedi. 13 yıllık bu iktidar, 17 yıla uzadı...” demiş. Pes ediyorum, demiş anlayacağınız.
Siyasetçi her zaman kurt olmak durumundadır. Kırk yıllık siyasetçi. Pek çok kişiyi olduğu gibi Cumhurbaşkanı, annesinin vefatı üzerine Fazıl Say’ı da aramış, baş sağlığı dilemiş. Bu yakınlaşmadan mahalle rahatsız olunca da Fazıl Say; “Geçtiğimiz yıllarda, elimden alınan festivallerim, kültür bakanlığındaki haksız sansür, kınama ve -kurumları suistimal eden-yaptırımlar. Tüm bu yıllarda kendimi ve sanatımı savunmak istedim… Kim ne kazandı bunlardan dostlar? Şimdi de annemin cenazesi. Yapmayın rica ediyorum, bunu yapmayın…" diye mahalleye selamlarını iletmiş.
Ve nitekim Fatih Altaylı’nın “bir gazetecilik başarısı” olarak gördüğü konsere katılım meselesi gerçekleşti. Muharrem Sarıkaya aracı mı oldu bu buluşmada yoksa bir gözlemci miydi bilemeyiz. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, ailesi ve erkanıyla oradaydı.
Beden dilini izlediğimde her iki tarafın konser öncesi bu zemine hazır oldukları ve ilişkinin sonrasını da konuştukları izlenimi edindim.
Fazıl Say, bu karşılaşma sonrası “bu yolu deneyeceğini” söyleyerek aslında yaptığı tercihin arkasında durduğunu söyledi. Fazıl Say’ın içinde ne kadar Yavuz Bingöl ruhu var, Fatih Altaylı’nın işaret ettiği “bir konserden fazlası” memleket için ve sanat için nedir, bütün bunları yaşarken öğreneceğiz.
Bu noktada Ahmet Hakan işe neresinden bakıyor diye merak etmek yerine biz iki insan hikayesi üzerinden bakmaya devam edelim. Konuyu duygusal alanlara çekerek “davalar üzerinden” ele almanın pek manası yok bence. İşin taktik ve stratejik noktaları ya da “kim kazançlı çıktı” sorusunun cevabını bilmek bize bir şey kazandırmayacaktır.
Şunu söyleyelim, bu Fazıl Say’dan daha çok iktidar için bir fırsat gibi görünse de memleket için bir imkana da dönüşebilir.
Umalım ve dileyelim ki memleket kazansın, sanat kazansın, sevgi kazansın.
Herkesin her yaşta anlayacağı ve yaşayacağı yeni şeyler hep olacaktır.