Mısır arası Türk sineması…

Yakın geçmişte televizyonların dizilerin finansmanını karşılayamadığını ve pek çok sanatçının geçim sıkıntısı çektiğini hatırlıyoruz. Son yıllarda devlet televizyonunun desteği ile parlayan Osmanlı serileri ve Arap ülkelerine...

Yakın geçmişte televizyonların dizilerin finansmanını karşılayamadığını ve pek çok sanatçının geçim sıkıntısı çektiğini hatırlıyoruz.

Son yıllarda devlet televizyonunun desteği ile parlayan Osmanlı serileri ve Arap ülkelerine yapılan tatlı satışlar "çilekeş" yapımcıların yüzünü güldürdü.

Ben bunu öğreneli çok oldu. Kitap, dergi, film ve müzik gibi sanat eserleri de tıpkı çağdaş kapitalist deneyimlerde olduğu gibi bir "endüstri ürünüdür."

Kapitalizmin vahşi batısı bunu son derece "dengeli" bir şekilde yaptığı için sanat eseri ile piyasa ürünü arasında seyirci pek bocalamaz.

Onlarda da istisnası olmakla birlikte kendini aşma, yapımın hakkını verme, kalıcı kılmaya yönelik bir "ahlak" önemli ölçüde işler.

----------------

Biz, sinemada da yıllardır sanki bugüne kadar hiçbir şey yapılmamış gibi davranarak el yordamıyla tabir caizse "yırtacağına" inanan ve "malı götürmek" isteyen tüccar kafayı izliyoruz.

Bu müteahhit kafa öyle bir ihtiras içindedir ki kendi başarı hikayesini bile unutarak sözüm ona piyasa okuması yapar ve raflara meta koymayı dener her defasında.

Bizim komedi serimizden söz ediyorum. Kolay gülen, ucuza eğlenen ve masrafsız kazanan bir kolektifin buluşmasından yani.

Kimsenin zevkini ve tercihini küçümsemeye elbette hakkım yok.

İnsanoğlu yapısı gereği pişmanlık duymak istemez. Pişman olmak ve kendisini değerlendirmek her yiğidin haddi değildir.

Şöyle... Gördüğümüz bir şehir güzel, yaptığımız tatil iyidir, okuduğumuz kitap müthiş, seyrettiğimiz film de şahane...

------------------

Yılmaz Erdoğan'ın onca birikimine rağmen Vizontele'yi aşamamış olması potansiyeli ile ilgili değildir.

Fakat Cem Yılmaz filmlerinin tamamı bir kapasite meselesidir.

Şahan Gökbakar bir gün para kazanmak dışında da birtakım işlere bakacak mı diye bekleyenler var.

Ata Demirer yakaladığı "sevgi dili"nin hakkını maliyet kaygısıyla daha ne kadar inkar edecek?

Neden bu mahşerin dört atlısını sayıyorum. Sinema bunlardan mı ibaret?

Değil elbette ama piyasanın nabzını onlarla ölçüyor sektör.

Sinema ve tekelleşme tartışmalarını gündeme getiren Yılmaz Erdoğan'ın protesto çağrısına katılan bu ekip para hesabı dışında bir meseleyi konuşmadı.

Bir tekel gider başka bir tekel gelir. Mısır satan sinema işletmecisi kadar sanatçının kazanması isteniyordu ve oldu.

--------------------

Bugün memlekette sinema bir çocuk için maddi bir fedakarlık anlamına geliyorsa bu topraklarda pek çok şey bir meta olarak görülüyor demektir.

Bugün iki kişilik bir film elli-altmış lira.

Şunu diyor sektör: Kardeşim paran varsa gülersin. Para verdiğin için istemesen de gülersin. Biz sosyete orta oyuncusuyuz. Fakir dönsün kendine gülsün".

Mizahın yaşı insanın yaşı kadar eski ama bugün çağdaş orta oyuncuları tarihe bir baksınlar, yüzyıl öncekinden bir milim uzakta olmadıklarını görürler.

İşin sosyolojik tarafı çok daha hazin. Esasen taşralı tutunamayanların kırmızı halılarda kalabilme fobisinden söz ediyorum.

Hala atladığı sınıfta kalma kompleksi içinde olan Türk sinema ve müzik eseri icracıları hala bir kanaati ve vicdanı da öğretecek öz güvene erişmediği için her "yatırımını" bir "risk" olarak görmeye devam edecektir.

--------------------

Bu tipolojinin varyasyonlarını, türevlerini ve ardıllarını da hatırladığınızda kocaman bir enerjinin, umudun ve zamanın nasıl heba edildiğini anlarsınız.

Herkesten önce ucuza, piyasaya mal sokmaya çalışan pazarcı kaygısıyla tüketilen konular, harcanan heyecanlar ve yorulan sanat kaygısından söz ediyorum.

Her film bir felsefi meseleyi dert edinmesin, her biri bir manifesto değeri taşımasın, sanat kazansın vs. demiyorum.

Sıkışınca milletin imkanlarıyla yani devletin imkanlarıyla merdiven altı iş çıkaranların "kara geçince" imkanı sınıf gardırobuyla geçirmesinden, işe ve iş ahlakına yatırım yapmamış olmasından söz ediyorum.

Bunu Yılmaz Erdoğan'ın kısmen başardığını da itiraf edelim ama bu değil beklenen.

Bu topraklarda bir "Züğürt Ağa" çıkmamış gibi davranmaya hakkımız olmamalı diyorum.

-------------------

On altı-on yedinci yüzyılda kapalı devre "argo ve cinsellik çağrışımları" üzerinde dönen ileri bir mahfil edebiyatı vardı.

Bu bir zümre dilidir ve çok eski bir eril sapmadır.

Ergenlik evresi gecikmiş toplumların geçiş dönemi eğlencesidir.

Buradan çıkmak zorundasınız. "Size ne kardeşim, izlemeyin o zaman" deme hakkınız var elbet.

Tıpkı benim ağır eleştiri hakkım bulunduğu gibi…

Ama tarih sizi öyle yargılıyor ki ben, biz çok vicdanlı kalıyoruz. Yarın çok geç.

--------------------

Aşağıladığımız Şaban filmlerinin ve gülüp geçtiğimiz Şener Şen eserlerinin yanına bile varamadığınızı görmüyorsunuz?

Gişe hesabı dışında hesabı olanlar tarihin sayfalarında her gün yeni bir kıymet taşıyor.

Meclis gündemine gelecek kadar toplumsal ağırlığınız var ve bunun size yüklediği bir misyon da var elbet.

Bugün Türk sinemasının teknik altyapı sorunu kalmamışken salonlara ve dar sokaklara sıkışıp kalmayın diyorum.

---------------------

Ve bir karar verelim.

Toplumun hayata bakışını, bir neslin geleceğini belirleyebileceğimiz imkanlarımız var.

Sadece öğretici olmayalım ama artık bizden bekleneni yapmayı deneyelim.

Metin yazarının, senaryonun artık hiç aranmadığı ve danışmadan, düşünmeden iş kotarıldığı günler geride kalsın.

Emek, umut, imkan gişe hasılatlarına heba edilmesin.

Mısır yemeden de izleriz filmi, yeter ki filmleri yedirmeyin artık bize.

SON DAKİKA HABERLERİ

Prof. Dr. M. Esat Harmancı Diğer Yazıları