Eğitim şart!

Arzu Yalçın

Arzu Yalçın

Tüm Yazıları

Eğitim, insan yaşadığı müddetçe süren uzun soluklu bir yolculuktur. Doğumdan itibaren doğal bir dürtüyle, içimizdeki merakla dünyayı öğrenme, keşfetme ve tanıma isteği başlar. İlk eğitim serüvenimizde bu şekilde doğduğumuz evde başlamış olur.

Her çocuk aynı koşullarda doğmadığı için, aynı eğitimi alması da mümkün değildir. Doğduğumuz koşullar ve çevreye göre başlayan eğitim maceramız çocuğun ve ailenin ihtiyaçları, maddi olanakları, inançları, beklentileri, amaçları gibi sebeplerle şekillenmeye başlar. Örneğin çalışan bir annenin çocuğu iki yaşından itibaren kreşe başlarken, ev hanımı bir anne anaokulu yaşı olan beş – altı yaşlarına kadar çocuğuna kendisi evde bakım ve eğitim verebilmektedir. Yada çalışan anne çocuğunu iki-üç aylıkken bir başkasına emanet edip işinin başına dönmek zorunda kaldığında, çocuk ilk eğitimini de annesinden çok farklı kültür ve eğitim seviyesindeki bir bakıcı teyzeden veya ninesinden alabilmektedir.

Bunları gözönüne alınca daha hayatının ilk çağlarındaki bir filize ne kadar ışık, ne kadar güçlü toprak verirsen o filiz de öyle güçlü kökler salmaya başlar yaşadığı ortama…

Bir Afrika atasözü der ki; “Bir çocuk büyütmek için koca bir köy gerekir” Bu söz aslında şunu söyler; çocuk büyütmek toplumun görevidir. Yok öyle tek başına mücadele etmek, hep beraber büyüteceğiz çocuklarımızı…

Bizim nesil bu anlamda daha şanslıydı. Ben de apartman çocuğuyum ama, komşularımızdan, hısım akrabadan gelen gidenimiz çok olurdu. Uzun süreli yatılı misafirlerimiz, tatil yapmaya gelen, iş için gelen, tedavi için gelen ve evimizde konaklayan misafirlerimiz, akrabalarımız olurdu. Bu insanların hepsinden de birşeyler öğrenmek mümkündü. En azından ekmeğini bölüşmeyi, sofranı paylaşmayı, misafire hürmet etmeyi öğrenirdik.

Şimdiki çocuklar evlerde adeta fanusta bir yaşam sürüyor. Üstüne bir de korona virüs salgını eklenince iyice insanlar birbirinden uzaklaşmak zorunda kaldı. Özellikle kış aylarında en çok sosyalleştikleri yer olan okuldan da mahrum kalan çocuklarımız, gençlerimiz daha çok ekran başına mahkum oldular. Yüzyüze eğitim ortamı sadece akademik açıdan bilgi almayı kolaylaştırmıyor, aynı zamanda insani ilişkiler kurmak ve sosyalleşmek açısından da büyük katkılar sağlıyor.

Bir insanın gözüne bakarak konuşmak ve dinlemekle soğuk bir cama bakarak dinlemek aynı şey değil. Uzaktan eğitim, öğrenmeyi ve konsantrasyonu zorlaştıran bir eğitim biçimi. Öğrenmenler, eğitimciler saatlerce ekran başında sınıflarında olduğundan daha fazla efor sarf ediyorlar. Buna keza karşılarında kendilerini dinleyip dinlemediği, anlayıp anlamadığı belli olmayan bir topluluğa hitap ediyorlar. Bu durum haliyle iki taraf için de motivasyonu azaltıyor.

Tabi anlattıklarım uzaktan eğitime erişebildiğini varsaydığım öğrenci kesimi için geçerli. Bugün sisteme aşırı yüklenmeden dolayı büyükşehirlerde bile yeterli olmayan altyapı nedeniyle internet bağlantısı sorunu bulunuyor. Anadolunun çeşitli yerlerinde, merkezden uzak il, ilçe ve köylerde durum daha da kötüleşiyor. Öğrenciler dağ başlarında internetin çektiği yerlere ulaşmaya çalışarak küçük telefon ekranlarından öğretmenlerine ulaşmaya çabalıyor.

Her evde bilgisayar, tablet yok. Bir bilgisayar olduğunu varsayalım, üç çocuk varsa hangisi dersini takip edecek? Her çocuğun ayrı ayrı bilgisayarı, tableti cep telefonu olan kaç hane var? Bunları düşündüğümüzde durum daha da can sıkıcı bir hal alıyor.

Çok uzakta değil, Uşak merkezde yaşayan Azad Işık adlı 4. sınıf öğrencisi bir çocuğumuzun haberini izledim geçenlerde…

Azad, 3 çocuklu pazarcılıkla geçimini sağlayan yalnız bir annenin çocuğu… Pazar yerinde annesinin ekranı kırık cep telefonundan bir taraftan annesine yardım ederken bir taraftan derslerini takip etmeye çalışıyordu. Kara gözleri ışıl ışıl, kasaların üzerine oturmuş, pazar yerinin hengamesi içinde bağırış çağırışlara rağmen derslerini takip etmeye çalışıyordu.

Annesi “oğlumu okutmak istiyorum, hayatını kurtarmasını istiyorum, ama çalışmak zorundayım, ıspanak maydanoz ne bulursam halden alıp pazarda satarak çocuklarımın rızkını kazanıyorum” diyordu. Arada küçük kamyonetin içinde arada annesinin yamacında derslerini takip etme azmindeki Azad yüreğime dert oldu…Azad gibi nice örnekler var.

Devletin en temel görevleri, güvenlik, eğitim, sağlık, adalet, gibi hizmetleri vatandaşlarına sunmaktır. Bugün gündemdeki en önemli sorun küresel salgından dolayı sağlık gibi görünüyor. Oysa eğitimdeki sorunlar da çok önemli.

2020 Mart ayından bu yana uzaktan eğitim sürecine geçilmesi ile yaklaşık bir yıldır tüm seviyelerde eğitime ve sınavlara uzaktan devam ediliyor. 2020-2021 eğitim döneminin başında kısa bir müddet yüzyüze eğitime kademeli başlansa da salgının hız kazanmasıyla Kasım ayından itibaren tekrar uzaktan eğitime geçildi.

Aşılama geçtiğimiz haftadan itibaren nihayet başladı. Ancak aşılama gruplarına göre hizmetin sürdürülmesi için öncelikli sektörler arasında 2. Aşama A/7 kategorisinde eğitim sektörü( öğretmenler-öğretim üyeleri) yer almaktadır.

Şu anda sağlık sektörü çalışanlarının aşılaması tamamlanmaya çalışılıyor. Öyle görünüyor ki Şubat ayı ortalarında eğitim sektörünün de aşılanmasına başlanmış olacak. Bir an evvel öğretmenlerimizin aşılanması çocuklarımızın gençlerimizin kademeli de olsa yüz yüze eğitime tekrar başlamaları en büyük beklentimiz.

Sınavdan sınava koşan çocuklarımızın önünde zorlu sınavlar var. Yaklaşık bir yıllık uzaktan eğitimin gerçek sonuçlarını, eğitimdeki eksiklikleri önümüzdeki yıllarda daha net göreceğiz.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), her üç yılda bir 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerinin değerlendirildiği “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” (PISA) isminde bir araştırma yayınlıyor. OECD’nin yayınladığı en güncel PISA verileri, 3 Aralık 2019’da açıklanmış. Dünyada olduğu kadar Türkiye’de de sık sık gündeme gelen PISA sonuçlarını inceledim.

OECD’nin PISA araştırmasını yürütmesinin temel amacı, bazı ortak kriterler belirleyerek ülkelerdeki eğitim kalitesine ilişkin verilere ulaşmak. Bu doğrultuda PISA araştırmasında, öğrencilerin okuma ve anlama yetilerinden eğitimlerini etkileyebilecek çevresel ve sosyoekonomik etmenlere kadar birçok değişkene yer veriliyor. Bununla birlikte, araştırmada OECD ülkelerinin yanı sıra Çin, Singapur ve Arjantin gibi OECD partneri olan ülkelere ait bilgiler de mevcut. Bu bağlamda 37’si OECD ekonomisi olmakla birlikte toplamda 78 ülkeye ilişkin verilere ulaşabiliyor.

Araştırmanın yürütüldüğü ülkelerde “okuma becerisi” alanındaki sonuçlara bakıldığında; Çin, Singapur, Macau, Hong Kong ve Estonya’nın ilk beşte yer aldığı görülüyor. Bunun yanı sıra, 2018’de okuma becerisinde OECD puan ortalaması 487 olarak gerçekleşirken, Türkiye’nin okuma puanı ortalaması ise 466 oldu. Bu puan ile Türkiye, 37 OECD ülkesi içinde 31. sırada iken 78 OECD ülkesi ve partneri arasında 41. sırada yer alıyor.

Bununla birlikte Türkiye’nin okuma alanındaki puanı, 2003’ten beri düzenli olarak OECD ortalamasının gerisinde kalıyor.

PISA matematik sonuçlarına bakıldığında, yine Çin’in başarısı dikkat çekiyor. Matematik puanında birinci sırada yer alan Çin’i; Singapur, Macau, Hong Kong ve Tayvan izliyor. 2018’de OECD matematik puanı ortalaması 489 iken Türkiye’nin matematik puanı ortalaması, 454 puan olarak gerçekleşti. Böylelikle Türkiye bu alanda, 37 OECD ülkesi arasında 33. oldu. Ayrıca OECD partnerleri de sıralamaya dahil edildiğinde Türkiye, matematik alanında 42. sırada yer alıyor. Matematik alanında en düşük puana sahip ülkeler ise Fas, Kosova, Panama, Filipinler ve Dominik Cumhuriyeti oldu.

Fen Bilimleri alanında ise en başarılı beş ülke; Çin, Singapur, Macau, Estonya ve Japonya oldu. 2018 yılında fen bilimleri alanında OECD ortalaması 489 iken Türkiye’nin puanı OECD ortalamasının altında seyrederek 468 olarak gerçekleşti. Türkiye, bu puan ile OECD ülkeleri arasında 30. olurken OECD ülkeleri ve partnerleri arasında 39. sırada yer aldı. Fen bilimleri alanında en düşük puana sahip ülkeler ise Gürcistan, Panama, Kosova, Filipinler ve Dominik Cumhuriyeti oldu.

PISA verilerine göre Türkiye’nin yıllar içindeki durumuna baktığımızda, Türkiye’nin araştırmaya dahil olduğu 2003 yılından bu yana okuma, matematik ve fen bilimleri alanlarının tümünde OECD ortalamasının altında kaldığını görmekteyiz. Bununla birlikte, her üç alanda da 2012’ye kadar bir artış eğilimi söz konusu iken 2015 yılına gelindiğinde bu alanların her birinde Türkiye’nin puanı ciddi bir şekilde düştü.

OECD’nin yayınladığı verilere göre, 2015’te 2012 yılına göre, matematik ve fen bilimleri puanları 28’er puan azalırken okuma becerisindeki düşüş 47 puanı buldu.

Öte yandan, 2018’de her üç alanda da puanların arttığı ancak bu artışa rağmen okuma alanında 2012 yılındaki seviyeye hala ulaşılamadığı görülüyor.

Son olarak 2018’de Türkiye’nin aldığı PISA puanlarına cinsiyete göre baktığımızda, kadın öğrencilerin okuma alanında erkek öğrencilerden çok daha yüksek bir puan ortalamasına sahip olduğunu görüyoruz. Benzer şekilde, fen bilimleri alanında da kadın öğrenciler erkek öğrencilerden daha başarılı iken matematik alanında erkek öğrenciler, kadın öğrencilerden daha yüksek bir puan ortalamasına sahip.

Aşı çalışmalarında neden hala kendi aşımızı geliştiremediğimiz, Çin’den çıkan virüse halen Çin’den aşı getirerek çare bulmaya çalıştığımız bu sonuçlardan daha net anlaşılıyor.

Çin’de de olsa ilimi aramak bize öğütlenmiş, ancak kendimiz neden bu ilim seviyesine hala gelemiyoruz, bunu sorgulamak gerek.

Bugün ara tatil dönemi başlıyor. Karnelerini ekranlardan da olsa alan tüm çocuklarımıza, ve onlar için çabalayan öğretmenlerimize, onların eğitimlerini evden yürütmeleri için elinden geleni yapan ana-babalarına bu zorlu süreçte fedakarlıkları ve emekleri için takdirlerimi sunuyorum.

Yunus Emre ne demiş;

İlim ilim bilmektir, /İlim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsin /Ya nice okumaktır…

Eğitim her yaşta, her koşulda, her ortamda şart!

Ama kaliteli ve nitelikli, insana ve dünyaya değer katan eğitime…