Karnımızdan konuşmayız!
Sözcü ile iktidar kanadında yaşananlardan sonra ilimize dönüp baktım. Herkes kendine göre bir yorum yapmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Sözcü arasındaki...
Sözcü ile iktidar kanadında yaşananlardan sonra ilimize dönüp baktım.
Herkes kendine göre bir yorum yapmış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Sözcü arasındaki gerilime kendini kaptıranlar akıllarınca ilimizdeki erk sahiplerine ayar vermiş.
Zannediyorlar ki her şey onlardan sorulur, biz yazdık mı yer yerinden oynar, dengeler bir anda değişir.
Evet, bu mümkün olabilirdi belki ama bunun olması için öncelikle o ayar verenlerin bir ayar tutturması gerekir.
İzlerken başımız dönüyor, biraz yavaş dümen kırsanız diyorum…
*
Bakın, bizim meslek çok tehlikeli işlere gebe.
Farkında olmadan yapacağımız en ufak bir hatada devletle karşı karşıya dahi kalabiliriz.
Bu yüzden oldum olası çok ama çok dikkatli davranmaya gayret ediyorum.
Bize zarar vermek isteyenlerin ne kılıkta karşımıza çıkacağı belli değil.
Örneğin ısrarla reklam vermek isteyenler beni hep tedirgin etmiştir.
Acaba neyin peşinde diye işin dibine kadar inip araştırmaya çalışırım.
Gerçekten tek amacı firmasını tanıtmak mı, bu firmaya reklamların ne katkısı olur, bunları sorgularım.
*
Geçmişte 262 Towers vakası vardı, hatırlarsanız.
Bu adamların milleti tokatladıklarını ilk biz yazmıştık.
Örtülü reklam tekliflerine dönüp bakmamıştık.
Sonra yeni yetme müteahhit efendi, bizi reklam isteyip alamamakla suçlayıp, “Yüzyılın basın davasını açıyorum” diyerek sosyal medyasından çığırtkanlık yapmıştı.
O zaman Arap gördüğünde etek öpen birkaç kalemşöre verdiği ufak yemlerle bize saldırı yazıları yazdırmıştı.
Sonuç ne oldu peki…?
Proje orta yerde kazulet gibi duruyor, hak sahiplerinin mağduriyeti devam ediyor.
Kalemşörlerin piyasada esameleri okunmuyor.
Yüzyılın basın davasını açacağını söyleyen malum şahıs ise en son kedi maması pazarlarken ortalıkta görüldü, sonra da kayboldu gitti.
*
Demem o ki, her reklam verene kucak açmadığımız gibi;
Her reklam vereni de adamdan saymıyoruz.
Şimdi de öyle…
Dikkat ediyoruz.
“Nasılsa pandemi dönemi, basın zorda, üç kuruşa biz bunları kafalarız seslerini keseriz” gibi yaklaşanların amacını çok iyi biliyorum.
Siz siz olun, reklam verenleri de aracılık edenleri de iyi analiz edin.
Benzetmek gibi olmasın ama geçmişte FETÖCÜLERDEN gazetelerine reklam yağanları hatırlayın.
O gazetelerin diğer basın kuruluşlarını kontrol altında tutmak için FETÖCÜLERLE maddi iş birliği yaptıklarını bilirim.
Bunlar şimdi o kadar cesur olmasalar da hala aramızdalar.
Maşaları el değiştirmiş olsa da kıyı kıyı işlevlerini sürdürüyorlar.
Ama bu iş o kadar kolay değil.
*
Yazının başında da dediğim gibi, öyle çok deneyim edindim ki, kimse bize havuç göstererek bu kapıdan içeri giremez.
Siz bir adım atınca ben beş adım ilerisini görüyorum.
Bizi Sözcü veya başka bir gazetenin yayın politikasıyla eş değerde tutup hedef yapmak isteyenler avucunu yalar.
Gazete Barış objektif yayıncılığıyla çoktan vicdanlarda yer buldu bile.
Hem nalına hem mıhına demek yürek ister. Yapsanıza göreyim, yapamazsınız!
Yapanları da illa bir yere yaslamaya çalışırsınız çünkü herkesi kendiniz gibi bilirsiniz.
Kıblesi para olanın başı pislikten kurtulmaz.
İbret alacağınız insanlar yanı başınızda dururken hala buna cesaret ediyor olmanız çok ahmakça!
Nasıl bir tarikatsınız, kime hizmet ediyorsunuz belli değil!
Ağzımızı açmıyoruz diye köpeksiz köyde değneksiz dolaşıyorsunuz.
Sanki söyleyecek lafımız yok sanıyorsunuz.
Merak etmeyin, bu şehirde ne olup bitiyor, kim nereye oynuyor, neyin alt yapısını yapıyor hepsinin pek ala farkındayız.
Zamanı gelince hepsini konuşuruz!
Hem de insan gibi konuşuruz, vur kaç yaparak ya da karnımızdan değil!
**************************
BOŞUNA BOYKOT ETMEYİN!
Farkındayım, son günlerin konusu SÖZCÜ GAZETESİ ve Erdoğan.
Bu konuda herkes bir şeyler söyledi, ben de fikrimi ifade edeyim.
Sözcü Gazetesi, 2007 yılında İstanbul’da kuruldu.
Sahibi Burak Akbay idi.
Bir yılda inanılmaz tirajlara ulaştı.
Bir yılda ona bu tirajı getiren sebep neydi peki?
Muhalif olması mı? Şayet öyle olsaydı Cumhuriyet Gazetesi, ne güne duruyordu?
Ben söyleyeyim.
Sözcü Gazetesi, mağduriyet üzerine kuruldu.
Evet, AKP’nin medya üzerinde hissedilen baskısının ilk önemli adımlarından biri Sözcü’den önceki GÖZCÜ GAZETESİ’ne yaptığı markajdı.
*
O dönemler muhalif yayıncılıkta bodoslama giden Gözcü Gazetesi Aydın Doğan’a aitti.
Genel yayın yönetmenliğini de Sözcü’nün şuan ki yazarlarından biri olan Rahmi Turan yapıyordu. Hem de 11 yıl süreyle.
Aydın Doğan, Gözcü’yü zarar ettiği için kapattığını söylerken, pek çok gazetesi kar etmeye devam ediyordu.
Çünkü Gözcü, onlardan farklı bir yayın politikasına sahipti.
Deyim yerindeyse, Doğan grubunun kötü polisi GÖZCÜ’ydü.
Doğan ne hikmetse 2007 yılının Nisan ayında Gözcü’yü kapattığını duyurdu.
"Ekonomik özgürlüğü olmayan hiçbir gazete bağımsız olduğunu iddia edemez” diyerek aklınca bir “DURUŞ” sergiledi.
Sonra o duruşun nasıl şekil değiştirdiğini anlatmaya gerek yok.
GÖZCÜ’YDÜ, SÖZCÜ OLUVERDİ
Aradan birkaç ay geçti ve Gözcü Gazetesi, karşımıza SÖZCÜ ismiyle çıktı.
İsminde sadece bir harf değişikliği yapılan Gözcü, hemen hemen aynı kadroyla Sözcü ismiyle Burak Akbay sahipliğinde yayına başladı.
Vatandaş Sözcü’yü, Gözcü’nün devamı olarak kodladı ve sahiplendi.
Gözcü’nün korkusuz, cesur, muhalif yayın yaptığı için kapatıldığı empoze edildi ve Sözcü bu mirası çok iyi kullandı.
Halbuki Sözcü, iktidarı direkt karşısına alan bir yayın anlayışına sahip değildi, daha merkezdeydi.
Öyle olsaydı bugünlere gelemezdi. Gözcü gibi kapanır giderdi.
*
İşte bu yüzden Ayasofya’nın ibadete açılmasını “Yılın felaketi” olarak nitelendiren Sözcü’nün haberini editöryal hata olarak göremiyorum.
Bilakis, çok farkında olarak yapılmış bir iş olduğunu düşünüyorum.
Keza İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Sözcü yazarı Yılmaz Özdil’e yönelik çıkışında da oklar aynı yöne doğru gider.
Bakın, mesela Sözcü’nün yazılarıyla okuyucuya yön veren yazarlarından Yılmaz Özdil’i en kaotik durumlarda ortalarda göremezsiniz.
Örneğin Gezi parkı eylemlerinde aylarca ortaya çıkmayan, sosyal medyasından dahi tek kelam etmeyen Özdil, okurlarını oldukça şaşırtmıştır.
O günleri hatırlayanlar bilir.
Yılmaz Özdil, gezi eylemleri yatıştıktan sonra ortaya çıkmış ve bu eyleme karşı mı değil mi, o bile anlaşılamamıştır.
Sonradan yazıp çizdiyse ben takip etmedim, ki bunun bir önemi de yok.
O dönemlerde Özdil’e verilen tepkilerin haddi hesabı yoktu.
Özdil, kendisi hakkındaki düşünceleri dağıtmak adına peş peşe kitaplar yazarak, popülizm yaparak karizmasını düzeltmeye çalışmıştı.
*
Peki, Yılmaz Özdil gibi biri neden o süreçte yok oldu?
Bu sorunun cevabını olayı iyi analiz edenler çoktan anladılar.
Ve şimdi gelinen noktada Sözcü Gazetesi iktidarın hedefine oturdu.
O manşeti de editöryal hata olarak gösterdi.
İktidarı karşısına almaktan imtina etti, yaptığı haberden geri adım attı.
Yani “Gözcü” gibi değil, “Sözcü” gibi davrandı.
Ha, doğrusunu yaptı çünkü Ayasofya’nın ibadete açılmasını felaket olarak nitelendirmek asla doğru bir yaklaşım değil.
Felaket dediğin, o toplumun tamamını üzen, mutsuz eden, yaşamını olumsuz etkileyen olaylara denir.
Ki, Sözcü bu olayları kronolojisiyle beraber resmetmiştir.
Bugün Ayasofya’nın ibadete açılmasına sevinen binler hatta milyonlarca insan var.
Dolayısıyla Sözcü’nün bu haberi iktidara dolaylı yoldan can suyu olmuştur.
*
Bakmayın siz Cumhurbaşkanının “Sözcü okumayın, para verip almayın” dediğine…
Zaten kendi kitlesi kuruş verip almaz, okumaz.
Okuyan kitle ise Erdoğan öyle dedi diye tam sahiplenmeyle Sözcü’yü bağrına basar.
Özellikle son dönemlerde “merkez” medya olma iddiasında bulunan Sözcü’nün yaptığı hata
Erdoğan tarafından tolore edilmeyecek bir şey değil.
Kaldı ki Sözcü bu olay haricinde gayet merkezi bir çizgide ilerliyor.
Erdoğan da bunu görüyor.
o yüzden boşuna boykot etmeyin!
****************************
YENİLENDİK…
2021’in başta sevdiklerimize, sonra şehrimize, ülkemize ve tüm dünyaya güzellikler getirmesini diliyorum.
Pek çok yönüyle bir önceki yılı aratmayan günler yaşarız inşallah.
Aslında 2020’de çok kötü şeyler yaşamış olsakta hatırlanacak iyi yanların da olduğu bir yıl oldu kendi adıma.
Hayatın bir sürü karmaşası arasında kaybolup gidiyormuşuz meğer.
Ama pandemi günlerinde gördük ki hayat bir gün, o da bugün.
Uzun vadeli planlar programlar tabiki yaşamın bir parçası.
Ancak yarını düşünürken bugün neler kaçırdığımızın da farkına varmalı insan.
Sizi bilmiyorum fakat 2020 senesi benim adıma derslerle dolu bir yıl oldu.
Artık hayatla daha az inatlaşıyorum.
Empatinin gücüne inanıyorum.
Bunların hepsi yaşayarak edinilen tecrübelerin yansımasıdır.
Yaşadım, deneyimledim, öğrendim ve uyguluyorum.
*
Yeni yıl yenilik demek dedik.
Yedi yıldan beri sizlere hizmet verdiğimiz, baskı gazetesi olmadan, ilk interaktif gazetesi olma özelliğindeki sitemizi yeniledik.
Özellikle şartların çok daha ağırlaştığı pandemi döneminde alt yapıya kaynak ayırmak elbette kolay olmadı.
Ama ekmek teknemize yatırım yapmazsak, gelişimi takip etmezsek başarılı olamayız.
Bu nedenle üzerimize düşeni yaptık ve yenilendik.
Kocaeli’deki pek çok yerel gazetenin olduğu gibi biz de yerel bir firma olan Daktilo yazılım ile yol yürümeye başladık.
Birkaç gün içinde yenilenmiş halimizle sizlere en iyisini sunmak için çalışmalara başlıyoruz.
Günlerdir arka planda hazırlıkların sürdüğü sitemize emek veren arkadaşlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
İnşallah beğeneceğiniz, aradığınızı kolayca bulacağınız, reklama boğulmayan, sade ve net bir “e-gazete” olacak.
Bir süre acemilik çekebiliriz, el melekesi kazanana kadar hata yapabiliriz.
Şimdiden affınıza sığınıyor ve varsa önerilerinizi bekliyorum.