Korkutmayın, ecele faydası yok sonuçta(!)

Deprem… Kar yağması gibi aslında… Yağmur gibi… Güneşin açması, gecenin çökmesi gibi… Deprem kuşağında olan her ülke, her şehir için bu böyle… Bu kadar doğal, bu kadar olağan. Olacak… Hep olacak… Kocaeli'de oldu, Sakarya'da...

Deprem…

Kar yağması gibi aslında…

Yağmur gibi…

Güneşin açması, gecenin çökmesi gibi…

Deprem kuşağında olan her ülke, her şehir için bu böyle…

Bu kadar doğal, bu kadar olağan.

Olacak…

Hep olacak…

Kocaeli’de oldu, Sakarya’da oldu, Düzce’de oldu, Elazığ’da oldu…

İstanbul’da da olacak, başka şehirlerde de olacak.

Tek farkı, ne zaman olacağının kestirilememesi, net olarak bilinememesi…

Hepimiz biliyoruz, depremin değil, binaların öldürdüğünü…

Bunu Japonya’da net bir şekilde görüyoruz.

Onların binaları 8 şiddetindeki depreme dayanırken bizim binalarımız 6.8 şiddetindeki depremde dahi yerle bir olabiliyor…

O zaman depremleri neden sorguluyoruz?

Neden “Allah’ım bir daha gösterme” diye dua ediyoruz?

Neden önlemimizi almıyoruz?

Neden hala yüksek maliyetli, Türkiye’nin önceliği olmayan mega projelerin peşinde koşuyoruz da kentsel dönüşümü öncelemiyoruz?

Neden hala Kocaeli’de ağır hasarlı binalar ayakta?

Neden orta hasarlı binalar ayakta?

Neden tüm kentteki binaların depreme ne denli dayanıklı olduğu sorusuna cevap bulacak bir çalışma yok?

Neden hala üzerinde araçların seyrettiği yollar, yağmurda köprü gibi çökebiliyor?

Neden bir caminin aslına uygun inşa edilmesi işlemi sırasında duvarı göçebiliyor?

Neden hala bir yangın halinde dahi müdahale edilemeyecek darlıkta sokaklarımız var?

Neden TOKİ’nin binalarında tavanların akıttığı, sıvaların çatladı, pencerelerin kırıldığı, peteklerin devrildiği, parkelerin oynadığı ve benzeri görüntüleri görüyoruz?

Evet, bizler kötü durumlarda kenetlenebilen bir toplumuz…

Evet, devletimiz yaraları sarmak için anında bölgeye gitti ve tüm ekipleriyle çalışıyor.

Evet, bölgeye yardımlar gerek ülkemizden gerekse kimi ülkelerden gelmeye devam ediyor.

Evet, enkazdan insanlar sağ çıkarıldıkça mutlu oluyoruz.

Evet, bu yardımlaşmayı, sağduyuyu gördükçe gurur duyuyoruz.

Ancak aynı zamanda da üzülüyoruz.

O enkazdan sağ çıkamayanlar, sakat kalanlar için…

Üzülüyoruz, o enkazda yakınlarını bırakanlar için…

Üzülüyoruz, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin üzerinden 20 yılın üzerinde bir süre geçmesine rağmen, hala depremin yıkan, öldüren bir afet olduğunu gördüğümüz için. Ve aynı zamanda korkuyoruz, tekrar olsa, tekrar yıkılacağımız için.

İstanbul…

Pek çok ülkeden büyük şehir…

Mega şehir…

18 milyon nüfuslu şehir…

Durduk yerde çöken binalara sahip bir şehir.

Evet, İstanbul’da bir gün büyük bir deprem olacak.

Ee Kocaeli’de de bir gün olacak.

Belki Sakarya’da da…

Belki Yalova’da da…

Fay hatları üzerindeki herhangi bir şehirde işte…

Ve bu deprem, geç kalınmış müdahale yapılmazsa felakete dönüşecek…

Deprem uzmanları bunu hep dillendiriyor.

Ama hükümet yetkilileri çıkıp, “Vatandaşı korkutmayın” diyor.

Depreme karşı elleri kolları bağlı şekilde, kentsel dönüşüm dururken Kanal İstanbul’u konuştukları için onlar da haklı; “Korkunun ecele faydası yok” sonuçta(!)

***

Amacım bu süreçte bağcıyı dövmek değil…

Herkesin depremi tartıştığı, acıyı hissettiği, deprem korkusunun akıldan çıkmadığı bir süreçte; tekrar bu acıların yaşanmaması için binaların öldürmediği bir Türkiye hayalinin gerçekleşmesini temenni etmek, dilemek, istemek…

Yaraları sararız tamam ama ya kalan izler?

Bakın 20 yılı aşkın süredir duruyor Kocaelililerde…

Gitmedi…

Çok geç kaldık, daha fazla kalınmasın…

Depremin öldürmediği bir Türkiye’nin inşasına başlansın…

Başlasın ki artık saracak yaramız olmasın…

SON DAKİKA HABERLERİ

Yılmaz Karabıyık Diğer Yazıları