Sancaklı konuştu CHP’liler alkışladı
MHP Kocaeli Milletvekili Saffet Sancaklı TBMM’de spor üzerine verilen kanun teklifiyle ilgili konuşma yaptı. Sancaklı’nın konuşmasını MHP’liler ve CHP’liler alkışladı

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kocaeli Milletvekili Saffet Sancaklı TBMM’de yaptığı konuşma ile CHP’lilerden alkış aldı. Sancaklı’nın konuşmasının tam metni şöyle; “Bugün konumuz spor, sporda şiddet. Spor konuşulduğu zaman partileri bir kenara bırakıp siyaset üstü bir olgu olduğunu hepimiz kabul etmemiz gerekiyor. Spor, benim söylemimle değil, herkesin söylemiyle siyaset üstü bir şeydir. Tabii, Türkiye'de spor çok önemli, özellikle futbol o kadar önemli ki bugün 82 milyonluk bir ülkede herhâlde 60-70 milyon insan futbolla ilgileniyor, en kötü ihtimalle takım tutuyor. O zaman demek ki bu kadar geniş kitleleri ilgilendiren bir olguysa bu spor, bunu siyasetüstü tutup problemler varsa bunların üstüne gitmemiz lazım; parti ayrımı yapmadan, herhangi bir siyasi görüş belirtmeden bunları çözmemiz gerekiyor.
SORUN KALDIRILMALI
Şimdi, tabii, Türk sporunun ciddi sorunları var. Özellikle bu son yirmi yirmi beş yıldır olan problemlerden dolayı sıkıntılar yaşıyoruz. Fakat sıkıntıları yaşarken şöyle yapıyoruz: Bir problem var, örtün üstünü süpürgeyle, orada dursun, sanki problem çözülmüş gibi. Hayır, problem öyle çözülmüyor. Bunlar birike birike altından kalkamayacağımız hâle geliyor. Bizim ne yapmamız gerekiyor? Problemi önce doğru tespit etmemiz gerekiyor, ondan sonra gerçekçi hamleler yapmamız gerekiyor ve sorunu ortadan kaldırmamız gerekiyor ki yolumuz açılsın. Tabii, Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir, yalnız sporda değil, bütün sorunlarını çözebilecek kabiliyete, yeteneği ve ruha sahiptir. O yüzden, bizim ne yapmamız gerekiyor? Önce problemi tespit edeceğiz, gereğini yapacağız, yolu açacağız ama bunları yapmak için de en önemli bir şey var ki Peygamber Efendimiz'in söylediği gibi, işi ehline vermemiz gerekiyor.
Tabii, işi ehline verelim derken neyden bahsediyorum ben? Bugün, hepinizin bildiği gibi, olimpiyatlar dört senede bir yapılıyor. Olimpiyatlarda o ülkenin sporunun durumu ortaya çıkıyor. Yani neden? Dört senede bir yapılıyor olimpiyatlar, aşağı yukarı her branşta katılıyorsunuz ve sonunda aldığınız neticelere göre dünyada bir sıralamanız oluyor. Bu sıralamaya baktığınızda da ülkenizin sporunu görüyorsunuz. Şimdi, maalesef, ülkemiz özellikle son 3 olimpiyatta tarihimizin en kötü neticelerini aldı. Bunu şu şöyle yaptı, bu böyle yaptı olarak algılamayalım, bunun bir tane nedeni var, ana nedeni: İşi ehline vermedik. İşi ehline vermedik ama bu olimpiyatlarda niye biz bu kadar kötü netice aldık? Sahamız olmaz, tesisimiz olmaz, imkânımız olmaz ‘E, yapacak bir şey yok.’ dersin. Bu olimpiyatlarda aldığımız kötü neticeler Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde en büyük tesis hamlesinin yapıldığı dönemde yani statlarımız var, salonlarımız var, yüzme havuzlarımız var, atletizm pistlerimiz var, her şeyimiz var, tesislerimiz var oğlu var.
Peki, tesis var, ekonomi var… Türk ekonomisi çok iyi durumda yıllardır yani dünyanın ilk 20'sinde. Peki, dünyayla iletişim var, teknoloji var ama başarı yok. Bunun da en büyük nedeni, ehil ellerde olmaması Türk sporundan bahsediyorum. Tabii, bunu söylerken lütfen şöyle de bir yanlış anlaşılma olmasın: Yani Türk sporunda bir Spor Bakanı vardır, her şeyi Spor Bakanının üstüne yıkalım; öyle bir şey yok. Genel konuşuyorum, hepimizden bahsediyorum, buna Meclis de dâhil. Tabii, üç sene önce ben bunu ortadan kaldırmak için partimizin adına bir kanun teklifi verdim, maalesef Mecliste gündeme bile gelmedi. Teklif şu: Hadi işi ehline verelim. İtirazı olan var mı? Yok, herkes işi ehline vermek istiyor. Tahmin ediyorum bir 65 civarında federasyon var Türkiye'de. Dedim ki kanun teklifinde, gelin, şöyle yapalım: O federasyon başkanlığına kendi branşında millî olmayan kimse aday olamasın orada.
Başkan orada millî olmuş kişi olacak, artı, dedim -on dörder herhâlde yönetici var bir de yedekleri var- kota koyalım yüzde 25'i de millî olsun. Yani futboldan örnek verirsek, diyelim ki: 14 yönetici varsa bunun 4'ü eski millî futbolcu olsun, bunlar millî takımların sportif tarafını yönetsin. Geri kalan 10 arkadaşımız da en iyi finansçı olsun, en iyi inşaatçı olsun, en iyi hukukçu olsun, en iyiler gene olsun. Ben bunları söyleyince diyorlar ki: ‘Her sporcu yöneticilik yapabilir mi?’ Yapabilir arkadaşlar, kendi branşında yapabilir. Ama Futbol Federasyonunda millî futbolcuyu tesislerden sorumlu, inşaatlardan sorumlu yaparsan doğal olarak yapamaz; anlatmak istediğim bu.
Tabii, bunu verdim, maalesef Meclise bile gelmedi. Önümüzdeki yıl olimpiyatlar var. Olimpiyat senesinde federasyon seçimleri var. Bir daha buradan yineliyorum: Gelin, buradan bir kanun çıkaralım. Kendi branşında başkan olmak isteyenler o branşta millî olmuş olsun. Yani Atletizm Federasyonu Başkanı atlet olsun, Basketbol Federasyonu Başkanı basketçi olsun, Futbol Federasyonu Başkanı futbolcu olsun. Bunu tekrardan gündeme getireceğiz.
Biraz futbola geçelim güncel olduğu için. Şimdi, Türkiye'de özellikle yirmi yıldır yirmi beş yıldır Türk futbolu aslında böyle bir çıkış yaptı gibi 2002'ye kadar, 2003'e, 2004'e kadar, sonra aşağı doğru gitmeye başladı. Türk futbolunun bir problemi var, en büyük problemini söylüyorum size: Bu, Türk ekonomisini yöneten büyük patronlar futbolun içine girip yöneticilik ve başkanlık yaparak, özellikle kendi güç savaşlarını kulüpler üzerinden yapmaya başladılar. Tabii, böyle yapınca ilk başta, böyle, sanki bir paralar geldi, bir yıldız oyuncular geldi gibi Türkiye'ye, sanki bu adamlar para vermiş gibi oldu, bir hoş göründü ama şu anda gelinen nokta o kadar kötü durumda ki arkadaşlar, biraz sonra anlatacağım. Biraz evvel Erkan kardeşim de konuya değindi, Bankalar Birliği müdahale etmek zorunda kaldı.
Ne durumdayız biz şimdi? Sadece, işte ‘4 büyük kulüp’ dediğimiz Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor'un 10 milyar lira borcu var, 10 milyar TL. Bugünkü faizler herhâlde 20-25 civarında, yıllık faizi 2,5 milyar TL. Peki, kulüpler bunu ödeyebiliyor mu? Tabii ki ödeyemiyor. Neden ödeyemiyor? Bir kere, ne yaptılar? Fazla borçlandılar; gereğinden, gelirlerinden fazla para harcadılar, baktılar iş olmuyor, önümüzdeki yıllardaki gelirlerini, gelecek olan gelirlerini artı kendi taşınmazlarını ipotek vererek para çektiler ki bu faizleri ödeyebilsinler. E, ne oldu? O da bitti. Şimdi gelinen nokta… Ben iki üç yıldır buradan anlatıyorum. ‘Yakında bir zaman gelecek, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor bir alt lige düşecek bu mali fair playden dolayı.’ dedim. Çünkü beş altı yıl önce İsviçre'de Avrupa futbolunu yöneten kuruluş Türkiye'ye kayyum olarak atandı, geldi -takip ediyorsunuz herhâlde- kulüplere diyor ki: ‘Fenerbahçe, sen 30 harcayacaksın bu sene; sen 28, sen 25. Eğer onu geçersen puanını silerim, Avrupa'dan menederim, en sonunda seni küme düşürürüm.’ Maalesef, şu anda küme düşme noktasına gelinmiş.
Düşünebiliyor musunuz, Türkiye'nin en zengin adamı Ali Koç Fenerbahçe Kulübü Başkanı oldu, istediği gibi müdahale edemiyor. Borçlar o kadar birikmiş ki para koymak istiyor belki de cebinden, FIFA diyor ki: ‘Olmaz kardeşim, para da koyamazsın, önce bu borçları öde.’ Yoksa Ali Koç da transfer yapmak istiyor, dünyanın en iyi yıldızlarını almak istiyor, Fenerbahçe'yi düştüğü bu durumdan kurtarmak istiyor ama öyle bir kilitlenmişiz ki Türkiye'nin en zengin adamı bir kulübe müdahale edemiyor. Geçen sene, evvelki sene Galatasaray'a Riva Tesislerini verdi, Florya Tesislerini de… Yanılmıyorsam Emlak Konutla beraber bir proje yapıyor, anca faizlerini ödeyebildi, anaparayı ödeyemedi.
Peki, şimdi, bu kötü gidişat böyleyken birilerinin müdahale etmesi lazım. Kim müdahale edecek? Devlet müdahale edecek. Yani burada takım tutuyoruz hepimiz, yarın öbür gün kendi takımınızın, büyüklerden birinin alt ligde oynamasını ister misiniz? İstemezsiniz. ‘Hadi müdahale edelim.’ Ama müdahale edeceksin de… Yani deveye sormuşlar ya ‘Boynun neden eğri?’ diye, demiş ki: ‘Benim nerem düz ki?’ Ama bir yerden başlayıp tekrardan biz Türk futbolunu, Türk sporunu bir hizaya sokabiliriz.
Şimdi, yeni bir Futbol Federasyonu geldi. Ben daha önce burada birkaç defa eski Federasyonu eleştirmiştim. Eleştiri sebebim kişisel değildi, onların hiçbiri beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren şey, eski millî bir futbolcu olarak, millî bir sporcu olarak eğer millet beni buraya gönderdiyse ben sporla ilgili bildiklerimi, tavsiyelerimi, eleştirilerimi yapmak için geldim. Şimdi yeni bir Futbol Federasyonu geldi, kendilerine başarılar diliyorum. Görüyorum, hareketliler, bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. İnşallah, yapılması gerekenleri yaparlar. Biz bunun takipçisi olacağız, eski millî sporcular olarak Meclisten bunun takipçisi olacağız.
Tabii, ne oldu? İlk önce bu para işini çözmek lazım. Bankalar Birliği Başkanı Sayın Hüseyin Aydın ve Yardımcısı Ali Kırbaş Bey'le görüştüm dün bizzat kendim; birkaç tane de kulüp başkanını aradım ‘Ortalıkta gezinen bazı şeyler var, bunun gerçeğini bana anlatır mısınız?’ diye. Hem kendilerinden dinledim hem kulüp başkanlarından teyit ettim. Deniyor ki: ‘Devlet bu 10 milyar ya da kaç paraysa bu borcu Ziraat Bankasına alacak, kulüplerin borçlarını sıfırlayacak, sonra Allah kerim.’ Yok arkadaşlar, öyle değil, işin gerçeğiyle ilgili size çok kısa bir bilgi vereyim.
İşin gerçeği şu: Kulüplerin şu anda 15 civarında banka ve finans kuruluşuna borcu var. Kimin hangi finans kuruluşuna borcu varsa onlarla tekrardan bir yapılandırma yapıyor, aynı, normal bir şirket gibi düşünün ve buna hangi kulüp isterse giriyor. Kulüplere bir mecburiyet yok çünkü bütün kulüplerin borcu yok, Türkiye'de 3-4 tane kulüp var, borcu yok. O finans kuruluşlarına yapılandırma yapılıyor, buradaki avantaj -ki olması gereken- iki yıl anapara ödemesiz, daha sonra ödenecek o paralar. Ve burada ne devlet garantisi var, ne Ziraat Bankasının bir garantisi var, ne de borcun silinmesi var. Düşünün ki tamamen bir şirketin yapılanması gibi. Onun için, böyle bir bilgi kirliliği var, bunu da düzeltmek istiyorum. İlk zamanlar biz de öyle algıladık, onun için ben hem kulüp başkanlarıyla hem Bankalar Birliği Başkanı ve yardımcısıyla görüştüm, böyle bir şey yok. Ha buna böyle başladık, yapıyoruz da sonra ne olacak? İşte Futbol Federasyonu bir talimatname yayınladı, bize bu FIFA'nın, UEFA'nın yaptırmış olduğu yaptırımlar, artık bu ödemeler kontrol edilecek, bağımsız şirketler tarafından denetlenecek; hem Federasyondan bir ekip yaratılacak hem Bankalar Birliğinden 2 kişi gelecek ve sene içinde kulüplere kaç para harcaması gerektiğini, neye, ne kadar ödeme yapması gerektiğini kontrol edecek ve bu bizim yıllardır söylediğimiz sistem Türkiye Futbol Federasyonunun kanunuyla çıktı. Ama bu kanun çıktı da eğer bu doğru uygulanmazsa hiçbir anlamı yok. Eğer Bankalar Birliği ile Futbol Federasyonu, konuşulduğu gibi yüzde 100 bunu becerebilirlerse önümüzdeki birkaç sene için kulüplerin daha fazla borçlanmasına ve daha büyük batağa girmesine engel oluruz.
Peki ne yapacağız bu biraz evvel bahsettiğimiz yöneticileri? Kim getirdi kulüpleri bu hâle? Bunların holdingleri almış başını gidiyor, maşallah hepsi büyüyor. Zaten holding patronu olmak için parayı yönetmeyi bilmek lazım, peki bunlar holdingdeki parayı yönetirken kulüpteki parayı niye yönetemiyorlar da kulüpler bu hâle geldi? Bu adamlara, yöneticilere bir sorumluluk yüklemeyecek miyiz? Onun için de ben biliyorum, her gelen bakanımız bu konuda çalışma yaptı -önceki 2 bakanımız da burada- Kulüpler Birliği yasasının gelmesi lazım. Kulüpler Birliği Yasa yasası sekiz yıldır bekletiliyor ve çıkmıyor. Sadece 1 tane maddeyi söyleyeceğim Kulüpler Birliği yasasından, hepiniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Maddenin bir tanesinde şöyle yazıyor: ‘Kulüp başkanları ve yöneticiler, kendi bulundukları dönemdeki borçtan şahsi sorumludur.’ Bir tane maddeyi söylüyorum sadece, bunun gibi çok var da. Bu madde bile gelse bakalım o kulüp başkanları ve o kulüp yöneticileri 20'şer milyon euroyu, 10'ar milyon euroyu, 5'er milyon euroyu dağıtabilecekler mi? Tabii ki dağıtmayacaklar. Onun için, buradan herkese sesleniyorum: Bizim bir an önce bu Kulüpler Birliği Yasası'nı güncelleyerek çıkarmamız gerekiyor; yoksa, bu yöneticilere gene Bankalar Birliği yardım etti, devlet bir şekilde yol açtı, bunlar birkaç sene sonra gene aynı duruma getirmek için ellerinden geleni yaparlar.
Tabii, böyle olunca mutsuz oluyoruz. Mutsuzluğumuz ne? Futbol prestij kaybetti, kalitesi düştü. En son, geçen sene Avrupa Uluslar Ligi diye bir lig açıldı -çok kale almasak da- biz o ligden de küme düştük. Önümüzdeki sene kuralar torbalardan çekilecek ya, bizim olduğumuz torbayı, hangi gruba düştüğümüzü anlamanız açısından, gelinen nokta açısından birkaç ülke sayayım size: Türkiye, Estonya, Ermenistan, Karadağ, Kuzey İrlanda, Lüksemburg, Litvanya, Cebelitarık, Faroe Adaları, San Marino, Malta, Andora, Kosova. Arkadaşlar, bu durumdayız. Süpürmeyeceğiz üstünü, biz neyse göreceğiz, tespit edeceğiz ve üzerine gidip parti ayrımı gözetmeksizin bu işleri çözmek zorundayız.
Bunun dışında, Avrupa kupalarında başarısızız. Millî Takımımız, Allah'tan üs üste 3 maçı kazandı da… 53'üncü sıradaydık dünya sıralamasında. Avrupa'da baktığınız zaman, mali olarak, maddi olarak, büyüklük olarak 6'ncı sıradayız ama dünya sıralamasında 45'lerde, 50'lerde geziyoruz. En son neredeyiz bilmiyoruz, 3 maç üst üste kazandık, şükür, iyi oldu Yayın ihalesini alan kuruluş beIN Sports dedi ki: ‘Kardeşim, ben ödeyemiyorum bu paraları.’ Yılda 500 milyon dolar para ödüyor adamlar. Hakikaten, büyükleri saymayalım ama Anadolu kulüplerinin yüzde 90 geliri buradan geliyor fakat kalite o kadar düştü ki, lig o kadar düştü ki, o kadar zayıfladı ki artık adamlar bu paraya dekoder satamıyor, reklam alamıyor.
Şimdi, bir kriz var. ‘Niye böyle bir şey yapıyorsunuz?’ diye adamlara tek başına bu suçu yükleyemeyiz. Şimdi görüşüyorlar Kulüpler Birliğiyle beraber, inşallah buna bir çözüm bulacaklar ama beIN Sports'a da şunu söylemek lazım: Kardeşim bir kontrat imzaladın, sonuna kadar arkasında duracaksın yani senin satışların artsaydı sen daha fazla para mı verecektin; hayır, kontrattakini ödeyecektin. Ama bir gerçek var, yayıncı kuruluş bile, dünyada 25 tane büyük ülkede yayın yapan kuruluş ‘Türkiye'den çekilirim ha, haberiniz olsun.’ diyor. ‘Doları şuna endeksleyin, şu kura endeksleyin.’ diye, yani gelinen kalite, düşülen standart.
Peki, bunları kim yaptı? O, biraz evvel bahsettiğimiz yine o yönetici arkadaşlarımız. Tabii, bu yeni gelen Futbol Federasyonunun takipçisi olacağız. İnşallah başarılı olacaklar. Eğer başarılı olurlarsa, gerekeni yaparlarsa biz Meclis olarak da… Ben şahsen Milliyetçi Hareket Partisi adına, eski bir futbolcu olarak kendilerini desteklediğimi söyleyeceğim. Ama eğer yapmazlarsa yine aynı şekilde bu işi düzeltene kadar üzerlerine gideceğiz. Tabii, konu çok ama vakit de fazla yok.
Şimdi, bu Sporda Şiddet Yasası'na gelelim. Şimdi, bu Sporda Şiddet Yasası'na biz de katkı sağladık herkes gibi. Sokakta geziyorum, taraftarlar diyor ki: ‘Ağabey, hep bizim üzerimize mi yıkıyorsunuz her şeyi?’ Şimdi, dışarıdan öyle bir algı var. Aslında burada hukuki bir dille yazılmış çok şey, ben de okuduğum zaman bazı şeyleri anlamadım, bir, iki de toplantı yaptık arkadaşlarla. Sanki hep böyle taraftarın üzerine gidiliyormuş gibi. Tabii ki, gelip futbolda şiddet yaratanlar, tabii ki, gelip orada holiganlık yapanlar, tabii, döner bıçaklarıyla maça gelenler, otobüse binenler ceza alacak hem de en ağır cezayı alsın. Çünkü ‘spor’ dediğin şey, ‘futbol’ dediğin şey bir temaşa zevkidir.
Avrupa'da maç seyrediyoruz, en kötü ihtimalle televizyondan görüyoruz, adam ailesini alıyor, tiyatroya gider gibi maç seyrediyor, spor seyrediyor, keyif alıyor. Bizde iş düşmanlığa dönmüş yani. Bugün yani maça giderken artık, maalesef ülkenin de bulunduğu durumdan dolayı, millet o kadar klikleşmiş ki, o kadar ayrışmış ki Fenerbahçeli Galatasaraylıdan, Galatasaraylı Beşiktaşlıdan, o Trabzonludan, o ondan nefret eder hâle gelmiş. Aslında spordan bahsediyoruz. Mutlaka bu yasalar gelmeli. Ama 4 defa değişti 2011'den beri, bu da 5'inci, galiba 1 tanesini Anayasa Mahkemesi iptal etti, geri kalanı üstüne ekleyerek gittik.
Şimdi, geçen gün de eski sayın bakanımızla beraber bu konuyla ilgili konuşurken… Şimdi, bu şiddeti yaratan sadece taraftar mı? Bu şiddeti en başta körükleyen futbol yöneticileri, kulüp yöneticileri ve o televizyonlarda arsızca, pervasızca, terbiyesizce yayın yapan -isimleri ne onların, ‘yorumcu’ diyorlar da, ben ‘yorumcu’ da demeyeyim- o televizyona çıkan insanlar, köşe yazarları.
Şimdi, futbolda yönetici çıkıyor, konuşuyor. Ya, bir kulüp başkanı, bir yönetici tahrik edici bir konuşma yaptığı zaman aşağıdaki amigo tabii ki döner bıçağını alıp gelecek. Peki, ne oluyor? Okuyoruz ‘Kulüp başkanı kırk gün men cezası aldı.’ Men cezası şu demek: Türkiye'de hiçbir stada giremez, hiçbir kapalı spor salonuna gidemez, hiçbir spor müsabakasına gidemez. Men cezası öyle alınıyor. Bizim yönetici ceza alıyor, sadece şeref tribününe gitmiyor, o hafta maçı gidiyor, locadan seyrediyor. Şimdi, yazıyoruz kanunları, çok güzel de -vardı bu kanun zaten- ama uygulayabiliyor muyuz?
Şimdi, televizyon yorumcuları var, bakın, söylüyorum, inanın bazıları millî, manevi değerleri yok etme üzerine özel eğitilmiş. Bakın, dikkat edin, bazı programlar var, o programlarda konuşan bazı kişiler var; futbolun dışında her şeyi konuşuyor, her türlü saygısızlık var, terbiyesizlik var ve bir bakıyorsunuz ki rating uğruna bir sürü rezillik. Takip ettiniz, bir buçuk, iki sene önce kanalın bir tanesinde, birisi, bir gruba ait çok iğrenç laflar etti, sonra baskı sonucu istifa ettirildi; şimdi gelen haberlere göre gene aynı kanal aynı şekilde çıkaracakmış onu. Ben de buradan söylüyorum: Sakın öyle bir şey denemeyin. Bu spor yorumcularına çok ciddi uyarı lazım, çok ciddi tedbir lazım. Sadece spor programını yapana değil, adama ceza veriyorsun -RTÜK ceza veriyor, görüyorum ben- 5 bin lira, 10 bin lira, 50 bin lira; adam devam ediyor, rating alıyor. Hayır, şeyin patronlarına, televizyonlara, gazetelere, köşe yazarlarına… Eğer bunu yaparsan anca o zaman şiddeti önlersin, yoksa taraftarın istediğin kadar göz retinasını al, istediğin kadar bağla; zaten o fanatiklik yapanların sayısı, süresi belli ama özellikle kulüp yöneticileri, televizyonlarda yorum yapan ve gazete köşelerinde yazı yazan yazarlara…
Şimdi, spor ne demek? Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk demiş ki: ‘Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.’ ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.’ Çok kısa bir anı anlatayım size, bu bir gerçek, tarih: Atatürk'ün vizyonuna bakın, 1932 senesinde duyuyor ki olimpiyatlar yapılıyor. ‘Gidin, şu olimpiyatları yapan adamı bulun, bana getirin.’ diyor. Adam da Fransız bir adam, şu anda ismi aklımda değil. Gidiyorlar, adama diyorlar ki: ‘Seni ülkemize davet ediyoruz, sporla ilgili bir şeyler yapacağız.’ Adam diyor ki: ‘Kusura bakmayın, ben gelemem.’ O zamanki şartlarda belki de haritada Türkiye'nin yerini bile bilmiyor. Atatürk bir daha ısrar ediyor. O zamanki olmayan paradan, devlet bütçesinden buna ciddi bir para veriliyor ve bu adam geliyor. Atatürk kendisine diyor ki: ‘Beyefendi, bu olimpiyatları yapıyorsun ya, bizim ülkemiz savaştan çıktı, gençlerimiz bitik vaziyette, bize öyle bir program yap ki bizim önümüz açılsın.’ Adam altı ay kalıyor Türkiye'de. İlk önce, bugünkü Hollanda'nın yüz ölçümü kadar yeri, arazi tapularını -o zaman Gençlik ve Spor Bakanlığı yok, müdürlüğü var- Gençlik ve Spor Müdürlüğüne veriyor.
Sonradan Millî Eğitimle beraber öyle bir program yapıyor ki adam, bugün kullandığımız gençlik ve spor yasasını yazıyor 1932'de ve programı yapıyor, ondan sonra da Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk öğretmenleri topluyor ‘Ey öğretmenler, sizden gürbüz, sağlam vücutlu, sağlam kafalı yeni bir nesil istiyorum. Ey öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.’ diyor. 1932, Atatürk'ün vizyonu… Onun için spor çok önemlidir. Biz Türkiye'de insanları sporla, futbolla mutlu edebiliriz. Onun için sizden rica ediyorum, lütfen spor konuşurken partiyi, siyasi görüşü, bunları arka plana bırakalım ve sporu siyaset üstü tutalım. Başkanım, söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Beni dinlediğiniz için de teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.”