Bitlerimi geri verin!

Bazı kadınlara yaptıkları işlerden dolayı saygı duyuyorum. Onlardan bir tanesi de Azade Aslan. Hem Çıtır Çıtır Felsefe serisini Türkçe’ye çevirdi, hem de şimdi elimde olan “bitlerimi geri verin!” kitabını. Sökülmüş çorabı ilmek ilmek örmek gibi bir iş bu. Çevirmenlik deyince aklımda sadece bu canlanıyor. Çevirmenleri kamera arkası çalışanlara da benzetiyorum. Sanki işin tamamına yakınını üstlenip oldukça mütevazi bir şekilde geride duruyorlar. Onlar olmasa kamera önündekiler de olmaz aslında. Bu anlamda hem çevirmenler, hem de kamera arkası çalışanlar bence ödüllendirilmeli. Çalışma koşulları iyileştirilmeli tamamen. Düşünsenize başka bir dildeki kitabı okuyorsunuz, sonra onu kendi dilinize çeviriyorsunuz. Aynı tadı vermek için de eminim bir kelime üzerinde dakikalarını, bazen saatlerini harcıyordur o çevirmenler. Neyse ben konudan dağıldım Azade hanımı ve yaptığı işi düşünürken; hemen fabrika ayarlarıma dönüyorum.

Gün Işığı Kitaplığı’nın “bitlerimi geri verin!” kitabı Pierre Elie Ferrier’in kaleminden çıkmış ve resimleyeni de aynı kişi. En sevdiklerimden; hem yazıp hem çizenler. Kitabın başındaki ünlem işareti bir çocuğun çığlığı aslında. Bangır bangır bağırıyor o çocuk üstelik, belki de tüm yaşıtları adına. Anne babası çalıştığı için istediği gibi çocukluğunu yaşayamayan ve evin içine hapsolan bir çocuğun çığlığı bu. Hayatın getirdiği güçlükler karşısında çalışma hayatının içinde kendilerine bile yabancılaşan ve üstüne çocuk büyütmenin zorluklarıyla uğraşan anne babası oğulları Anton’un yalnızlığını fark edemiyorlar. Ya da fark edecek zamanları bile yok. Anton bilgisayar başında zamanını tüketirken aslında çocukluğunu da tüketenlerden. Maalesef ağaçlara tırmanır denilen çocukların günümüzdeki durumuna ayna tutuyor aslında yazar. Bina içlerinde büyümeye hapsedilen çocuklara acıyorum, bir de üstüne bilgisayarlara hapsedilenlere. İçimden hep; mutlaka başka bir yolu olmalı diye geçiyor bu iki tabloda da. Bu düşüncede anne babaların yaşam zorluklarını göremediğim fikri uyanmasın, illa ki onları aşan sorunlar var. Belki de ülke gündemine yerleşmeli çocukların temel hakları yeniden.

Anton’a geri dönersek; bir gün bir bit buluyor kafasında küçük kahramanımız. Bulduğuna da seviniyor. Bu yazıyı yazan ben dahil olmak üzere ilkokul çağında bitlenmemiş kimse yoktur herhalde. Ay ne çok ağlamıştım o gün. Şimdi bakınca geriye sadece gülüyorum. İlkokul öğretmeni arkadaşlarım da öğrencilerden gelen bitleri eve taşırken yaşadıkları zorlukları anlatırdı. Onlara da gülerdim. Neyse Anton bir anda yalnızlığını delen bu davetsiz misafirleri pek seviyor, sahipleniyor. Hayır bitlere işimiz düşene kadar en azından eve bir canlı alınsaydı diye geçiyor içimden. Neyse bitler hızla artıyor ve Anton’un neşesi katlanıyor. Ona hem meşgale hem de arkadaş çıkıyor bitler sayesinde.

İşin ilginç yanı Anton ve bitlerin aralarında kurduğu özel bağ. Anne ve babasından gizlemek zorunda Anton onları, yoksa ortalama her ebeveyn gibi temizlik alarmı verilecek. Yalnız tekrar araya giriyorum, bu satırları yazarken ve Anton’u düşünürken bile ürperti geldi ve başım kaşındı. Yok yok bitlenmedim, sadece huylandım onca biti kafamda hayal ederken. Neden kendimi Anton’un yerine koyduysam. Neyse buna da yazar ve çevirmenin başarısı diyelim.

Anton bitleriyle banyo yaparken epey eğlenceli zaman geçiriyor. Anne babası da hemen çocuklarındaki değişimi fark ediyorlar ama pek de anlamlandıramıyorlar. Ancak “hiçbir sır sonsuza dek gizli kalmaz” deniliyor ya, Anton’un da sırrı ortaya çıkıyor ve annesine yakalanıyor. Eyvah, işte şimdi olanlar oldu. Anne kırmızı alarma geçip büyük bir utanç eşliğinde çocuğunu bitlerden arındırma telaşına düşüyor. Düşüyor da Anton bunu istiyor mu soran yok. Üstelik bitler de ondan ayrılmaya yanaşacak mı onu da soran yok. Anton’un saçları sıfırlanıp güya bitlerden arındırıldıktan sonra anne babasıyla arabaya binen aileyi güzel bir sürpriz bekliyor. Ne mi ? O kadarını da söylemeyeyim, siz okuyun.

Bu kitabı okurken de, üzerine yazarken de eğlendim doğrusu. Bu eğlenme elbette trajikomik halimizden kaynaklanıyor. Sevgili aileler yaşam akıyor, çocuğunuz varsa telaşınız da, güzelliğiniz de fazla oluyor. Yaşam onlardan yana aksın diye kendinizden ne kadar ödün verdiğinizi de tahmin edebiliyorum. Bununla birlikte daire içine veya bilgisayar başına çocuklarınızı hapsetmeden önce bir kez daha düşünmek gerekiyor alternatif yaşam için. Aslında alternatif de değil, sadece kendi çocukluğunuzun özgürce koşup, oynadığınız sokaklarını verin çocuklara yeterli. Arkadaşlarıyla zamanı unutup da sizin onu zorla eve getirdiğiniz anlar kalsın sadece yanına mesela. Ya da hava karardığı için ağlayan çocukların seslerini duyalım sadece, oyununu bitirmek istemeyen ve arkadaşlarından ayrılmak istemeyen. Kısacası çocuklarımızın çocukluklarını tükettikleri değil, doyasıya yaşadıkları günleri görelim. Varsın plaza yerine müstakil, avm yerine sokak olsun gerçeğimiz. Ama illa ki neşemiz ve sağlığımız yerinde olsun…

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Saadet Sevinç Doğan - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Kocaeli Barış gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kocaeli Barış gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Barış gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Barış gazetesi değil haberi geçen ajanstır.

03

Saadet Sevinç Doğan - Rica ederim, ben de keyif aldım hem okurken, hem de üzerine yazarken.

Yanıtla . 0Beğen . 0Beğenme 11 Haziran 09:09
01

Saadet Sevinç Doğan - Rica ederim, ben de keyif aldım hem okurken, hem de üzerine yazarken.

Yanıtla . 0Beğen . 0Beğenme 11 Haziran 09:09


Anket Körfez Belediye Başkanı kim olsun?
Tüm anketler